a
Firdevs Eylül Şimşek

Firdevs Eylül Şimşek

01 Mayıs 2025 Perşembe

Kanal İstanbul ve Siyasal Popülizm…

Kanal İstanbul ve Siyasal Popülizm…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Firdevs Eylül Şimşek/ Üniversite Öğrencisi / Mimarlık

Geleceği kestirebilmek, yıldızlara bakarak müneccim olmanın kahve falı veya kristal küreye bakmanın ötesinde, yeni metodolojiler geliştirmekle eşdeğerdir.

Dolayısıyla yarınları tartışmak ona dair misyonu hedef tahtasına oturturken, ona dair vizyonu da   üretmeyi sağlar.
Bunun için gerekli şart, geleceği öngörmek olsa da yeter şart, ona dair gayretleri çoğaltmakla sağlanır.

Kanal İstanbul konusunda uzmanlarından başka herkes konuşuyor.

Buradan görünen tam bir kör döğüşü. Kimin nereye kime salladığı belli değil.

Olguya iktidar kanadından bakacak olursak kamuoyuna yansıyanlara bakılırsa öncesinde çalışılmış 250 uzmanın görüşleri doğrultusunda (ÇED) Çevre Etki Değerlendirme raporu hazır hale getirilmiş görünüyor.

Buna karşılık muhalefet kanadının bu projeksiyona tavrı; her zaman olduğu gibi üzerinde çalışılmamış, tembel bir öğrenci kıvamında. Oldukça tirajı komik olabildiğince klasik ve bir o kadarda demodelik…

Elbette roman gibi yazımsal türlerde belki resim, heykel gibi sanatsal ürünlerde klasikler iyidir.

Ancak iş teknolojide, yüksek katma değerli ürün üretmede, robotik tasarımlardan uzaksan hep mevcutları büyütüp kutsamak, kısaca klasiklerle yetinmeyi amaç edinmişsen bu zihinsel demodelik uluslararası rekabette toplumları ancak modern köle yapar.

Benim perspektifimden Kanal İstanbul projesi bir gelecekçilik planlamasıdır. İstanbul’un uluslararası marka şehir projeksiyonunu dahacda derinleştirecek gelecekçilik anlayışının 21.y.y. da ki iz düşümüdür.

Çok iyi planlanmış kendi enerjisini kendisi sağlayan akıllı şehirler konsepti, imarlı alt yapılı sosyal donatı alanlı planlı kentleşme, silüet olarak çevreye uyumlu ve duyarlı mimari oluşumlar, şehir ve ülke ekonomisine katkı sağlayacak rekabet gücü yüksek uluslararası karşılığı olan bir kent olgusu yaratma planlamasında görüyoruz.

İşte Kanal İstanbul’un çevresindeki mimari planlama birçok gelişmiş ülkede uzun zaman önce planlanıp uygulamaya konulmuş ‘’akıllı şehirler’’ planlamasına uygun olarak geliştirileceği için ülkemiz için ilk olma özelliğine sahip olacağını düşünüyorum.

Kanal İstanbul ile oluşturulacak güzergahın İtalya’nın Venedik şehri gibi hatta akıllı yapılaşmasıyla ondan daha fazla katma değer üreteceği ortadadır.

Dolayısıyla Kanal İstanbul ile yaratılmaya çalışılan deprem algısı, gerçekleşmesi halinde oluşabileceği varsayılan susuzluk çığırtkanlığı tam bir algı mühendisliğidir.

Bunların hiçbirinin olmayacağı duayen deprem uzmanları tarafından yalanlanırken sürekli tekrarlanan kıyamet senaryoları işin ‘’ siyasal popülizme’’ dönük bir algı manipülasyonu olduğunu dezenformasyon kokan bir bilgi kirliliğini işaret ediyor.

Bu toplumun artık geleceği ıskalama lüksü yoktur. Ve bana göre geleceği öngörebilmek feraset sahibi olmak kadar aynı zamanda bir sanattır.

Ve geleceği görebilmek ancak yarınları kavrayabilmekle mümkündür. Yarını kavrayamazsan başkalarının yayından savrulan ok misali ancak onların isteyip de savurduğu alana hükmedebilirsin. Ya da başkalarının kurguladığı tiyatro sahnesinin dekorunu oluşturabilirsin.

Geleceği gerçekleştirmek o geleceği önce hayal etmekle başlar. Hayallerinizi gerçekleştirebildiğiniz sürece gerek tarih sahnesinde gerekse ülkelerin siyasal tarihinde konuşulan ve daima hep hatırlanan başat aktör olursunuz.
Kanal İstanbul’a dönük yarınları konuşurken yarından da ötesine bir parantez açıp daha fazla neler yapılabilirliğimizi konuşmak bir vizyon işidir.

 

 

 

 

Devamını Oku

TEVAZU; KİBRİN PANZEHİRİDİR!

TEVAZU; KİBRİN PANZEHİRİDİR!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Firdevs Eylül Şimşek / Üniversite Öğrencisi / Mimarlık

Küçümsemek, böbürlenmek yani dünyayı kendisi ve ötekileri olarak kategorize edip ötekileri olarak düşündüklerine kendi dünyasında yaşam hakkı tanımamak bir nevi yok saymaktır, KİBİR.

Aslında bir nevi böbürlenmenin haddi aştığı noktada bu sıfat kullanılır. Belki her böbürlenme kibir olmayabilir ama her kibir, mutlak böbürlenme barındırır.

Elbette başarınızla övünebilir, yeteneğinize güvenebilir ve bunlardan gurur duyabilirsiniz bunlar çok normal şeylerdir. Ancak bunları yaparken ötekine tepeden bakmaya onları böcek görmeye başlamışsanız, kerameti sadece ve sadece kendinizde görmeye başlamışsanız kibirden söz ediyoruz demektir.

Kibir bir nevi narsist ruhun bedenden çıkıp eylemle vücut bulmuş halidir. Örneğin emir kipiyle konuşuyor talimatlar veriyorsanız bu bir kibir alametidir.

Tutumu kibir olanın, kendine bakışı zaman içinde narsistleşir ve “kendisine tapar” hale gelir.

Şeytan zaten kibri yüzünden lanetlenmedi mi kibri yüzünden cennetten kovulmadı mı?

İşte bu yüzdendir ki şeytan; “kibir, benim en gözde günahımdır” demiyor mu?

Kibir öyle bir duygu durum bozukluğudur ki dünyada firavunlar saltanatlarını devirmiş kralları iktidardan düşürmüş yönetimlerini yerle yeksan etmiştir.

Kibir özünde iki tür derde yol açar; birincisi çevresiyle ilgilidir. Etrafını incitir, başkaları adına karar vermeye onlar adına konuşmaya onların yerine düşünmeye başlar.

İkincisi ise kendisiyle ilgili kendisine verdiği zarardır. Gerçekle gerçeklikle bağı zayıflar, karar süreçlerindeki hataları kişiyi alacakları kritik kararlarında kör ederken sosyal bir varlık olan insanı toplumsal yaşamında yalnızlaştır.

Bazen yürüyüş yaptığım yol bir mezarlık güzergahından geçer. O an ‘’ Bu dünyadan kibirleri ile burnu yere düşse eğilip almayacak ne insanlar geldi geçti. Ama şimdi birçoğu çaresizce belki kibirleriyle yaşattığı günahın hesabını vermek için acziyet içinde o çetin günün hesabını bekliyorlar.’’ diye düşünürüm.

İnsanoğlu fıtratı gereği iki yönüyle yaratılmıştır. Birincisi sevgi dilini konuşan tevazu yönüyle en muhteşem bir varlık olmasının yanında aynı zamanda kötülük ve kibir hastalığı nedeni ile bu dünyayı çekilmez kılan tavrıyla en şeytani bir varlık olması yönüdür.

Bazen düşünürüm verdiğimiz bir nefesi geri alacağımız garanti değilken neden kötüden, kötülükten, yalandan, riyadan, dalkavukluktan yana tavır koyarız?

Neden bu dünyayı ben yarattım edasıyla kibri hayat hikayemizin ana başlığı yaparız?

Galiba bu yaratanın insanoğluna bahşettiği rahmani ve şeytani boyutunda saklı.

Kâinat KİBİR üzerine değil tevazuunun son güzergahı SEVGİ ana başlığı üzerine yaratılmıştır.

Bu yüzdendir ki gücün güzergahı kibirse tevazuunun güzergahı sevgi, kibrin panzehiri de tevazudur. Gücün zekâtını ödemeyip, onu daha fazla güç talebiyle kirletirsek kibir artık tunçlaşır.

Kibir bazen tevazu paketi içinde de size sunulabilir karşınıza çıkabilir.

Misal dünyanın en dürüst en namuslu en sevgi dolu en iyi en cömert insanı ‘’BENİM’’ derseniz ambalajı tevazu olup içinde kibir barındıran bomba yüklü bir paketin sahibi olursunuz.

 

Devamını Oku

HAYAL KURUN!

HAYAL KURUN!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

      Firdevs Eylül Şimşek / Üniversite Öğrencisi / Mimarlık

Bilgiden daha önemli şey ‘’ hayal’’ kurabilmektir.

Çocuklarınıza hayal kurmayı, hayallerinin peşinden koşmayı öğretin.

Zira bu ülke, kendi çocuklarının kendi ülkeleri için kuracakları hayallerle geleceğe yürüyecek.

Kurulan hayalleri ete kemiğe büründürecek şey ise ‘’ gayret ve sonrasında gelecek olan başarıdır.’’

Hayal, gayret ve sonrasında gelen başarının sığındığı tek limandır.

Bunlardan birisi olmazsa diğeri eksik kalır.

Hayal, çıkış noktasıysa; gayret, sonuca götürecek lokomotif, başarı ise son istasyondur.

Bakın evrene. Her şey bir hayal ürünü…

Bugün gerçekleştirdiklerimiz geçmişte gerçekleştirilmesi imkânsız görünen hayallerin sonucudur.

Bugün içinde yaşadığımız dünyada işimizi kolaylaştıran bize konfor sağlayan her şey hayallerden yola çıkılarak elde edilmiş.

Bugün insanlık, gezegenler için hayal kurarak kendince tanımladığı bir düzlemde yeni yaşam alanları inşa etme peşinde.

Er geç bu da gerçekleşecek. Kurduğu hayali gayretle beslerken; başarı bir gün mutlaka gelecek.

Hazır mısınız uçan arabalarla gezegenler yolculuğuna ve gezegenlerdeki yeni yaşam alanlarına?

Veya yapay zeka ile donatılmış iç içe yaşayacağımız akıllı robotlar dünyasına…

Robot doktorlara, robot avukatlara, robot ekonomist ve robot CEO’lara…

Hiçbir şey artık imkânsız değil. Siz yeter ki hayal kurmaya devam edin!

Yeter ki hayalinizi gayretle besleyin ki başarı gelsin!

Hayal, öyle bir şeydir ki… Başarıya giden yolda kariyer planlamalarınızın sınırını dahi hayallerinizin sınırı belirliyor.

Eğer toplum olarak zihin dünyanız köreltilmişse hayalleriniz başkalarının amaçları için ele geçirilmişse hayalleriniz başkalarının hayalleri olur.

İşte o zaman umuda koşma varlığınızla başkalarının umut dünyasında yalnızlaşır büyük bir yalnızlık yaşarsınız.

Her ne olursa olsun hayalleriniz bencilliğinizden öte toplumunuzla veya mutlak suretle milletinizle ilgili olsun.

Olsun ki gayretle beslediğiniz başarılarınız, zerre misali kapladığınız bu dünya da küçükte olsa bir karşılığı olsun.

Yaşam serencamında başarı kolay değildir. Mutlak mücadele, emek ve çaba gerektirir.

Ayrıca zamanın, insanoğlunun aldığı her nefesi sürekli hesaplamakla meşgul olduğu düşünüldüğünde…

Zamanın yetmediği, sıkışmışlık yaşadığımız bu evrende belki de hiçbir şey çabuk ve kolay olmayacak. Sarfettiğiniz gayret ve mücadele belki zaman alacak belki de  sizi yoracak…

Ancak günün sonunda her şey buna değmiş olacak. Zira hayallerinizi gayret denilen köşe taşlarıyla döşerseniz başarı kaçınılmaz olarak sizin olacak.

Hayallerle bezenmiş hayat, meşakkatli bir maraton, bu koşuyu bitirmek kolay değil elbette.

Belki bir yerlerde nefesiniz kesilecek, tıkanıklık yaşayacaksınız belki de yarışı bırakmayı düşüneceksiniz.

Ancak şunu hiç unutmamalısınız ki bir düşünürün ifadesiyle ‘’ Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmez!’’

Çünkü hayaller başarıya, başarı ise gayrete aşıktır.

Gençlerinizi  hatta daha önemlisi çocuklarınızı ülküsü ve ülkesi için öyle hayallere kodlayın ki ülküsü ve ülkesi ile ilgili hayalleri hep diri ve taze kalsın!

 

 

 

 

Devamını Oku

Askıdaki Düşlerim…

Askıdaki Düşlerim…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Firdevs Eylül Şimşek / Üniversite Öğrencisi / Mimarlık

Asfalta uzanıp derin hayallerle yıldızları seyreden çocuklar; konforlu yatağında uzanıp gelecek kaygısı gütmeyen çocuklardan daha umutlu düşler görür. Çünkü birinin gelecekle ilgili düşleri yeni başlarken; diğerinin gelecekle düşleri neredeyse bitmiştir.

20’li  yaşlarda olan bizler  içimizdeki o küçük çocuğun bu ülke ile ilgili düşlerini tüketemedi.

Hayalin olduğu her yerde umut vardır.  Ve her insanın bir hayal derinliği vardır.

Bu derinlikte bazen kendi bencil zihin dünyanızın sığ beklentilerini; kimisinde ise aidiyet hissettiğiniz ülkenizle, toplumunuzla veya doğup büyüdüğünüz kentinizle ilgili düşlerle beslenmiş yıldız misali derin umutları görmek istersiniz.

Su bulanıksa görme umudunuzun gerçekleşmesi zaman alır. Çünkü ancak durgun ve berrak su yıldızları yansıtır.

Hal böyle olunca hayallerde umutları, umutlarda ise beklentileri arar durursunuz bulanıkla berrak su arası bir hafif bulanık bir suda.

Hayaller biraz daha gerçekçidir, umutların biraz daha ete kemiğe bürünmüş halini çağrıştırır. Düşler ise  umutların gerçekleşmesi en zor olanını…

Hayalleri, kimileri gerçeklere aş erme olarak algılar. Düşü, bir imkansızın peşinde koşulduğu umut serüvenini…  Oysa her insanın bir düşü veya en azından bir hayali vardır.

İnsanları ayakta tutan; askıdaki hayallerinin bir gün gerçekleşme ihtimalidir.

Dedim ya her insanın hayali kendi bireysel dünyası ile ilgilidir. Benim hayallerim ise ülkem ilgili olanıdır.

Oysa insanoğlunun kirlettiği dünya, hiçbir zaman temiz olmamış. ‘’Kan, gözyaşı ve adaletsizlik’’ Şeytanın üç atlısı olarak hükmünü hep hakim kılmış.

Dünya yanıyor. İnsanlar ateş ejderhalarının püskürttüğü yangından sığınacak bir saçak altı arıyor. Ancak yakılmış yıkılmış bir dünyada sığınılacak bir saçak altı bulmak kolay mı?

Bu ateş ejderhalarının püskürttüğü ateş topuna karşı saçak altı olmaya aday tek ülke Türkiye.

Bunu inşa etmek için kendi parkurunda koşmaya çalışıyor ancak sürekli çelme yiyor. Koşmak için kalkıyor, tekrar çelme üstüne çelme yiyor. Ancak her kalkışında yediği çelmelere rağmen koşusundan vazgeçmiyor inadına koşmaya devam ediyor.

Bu inat benim tıpkı yıldızlara bakarken gelecekle inatla perçinlediğim hayallerimi hatırlatıyor.

İşte o zaman ülkemle ilgili hayallerimin yeni yeni doğumlara gebe olduğunu görüyorum.

Derler ki her insan iki hayat için gelirmiş dünyaya.  Önce yaşar ve yaşlanırmış. Ölümünün ardından çocuk olarak yeniden gelirmiş ikinci hayatına.

Tıpkı ülkem gibi.  Neredeyse yüz yıl önce yüzlerce yıllık koca çınar büyük bir gürültüyle yıkılırken, genç bir fidan olarak yeniden yeşerdi. Bugün ise bütün çabalarına rağmen dallarını budatmadan, vereceği meyveleri ihtiyacı olanlara biriktirmeye çabalıyor.

Bu çaba yeni bir diriliş manzumesinin kutup yıldızı misali düş penceresinden süzülen umut ışığına benziyor.

Tıpkı benim hayalim gibi; bugün bu ülke dünyanın ezilmiş ve horlanmış milletlerinin, gelecek hayali olanların bütün hayalperestlerin, büyük hayallerine dokunacak bir ülke.

Bu ülke sadece benim askıdaki hayallerimin değil; neredeyse tüm ezilmişlerin, horlanmışların askıdaki hayallerini hayal olmaktan çıkartıp umuda, gerçeğe dönüştürebilecek belki de  tek ülke.

Türkiye’m…

Devamını Oku

KÖSTEBEK VE PORTAKAL ÇİÇEĞİ

KÖSTEBEK VE PORTAKAL ÇİÇEĞİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Firdevs Eylül Şimşek / Üniversite Öğrencisi / Mimarlık

Bu hikâye Mersin’in hafızasının yok oluş hikayesi…

Genç Greyfurt ve Turunç aralarında konuşuyordu. Turunç, Genç Greyfurt’a bir şeyler fısıldarken hemen yan komşusu beyaz portakal çiçeği bu hararetli konuşmaya kulak kabartıyor ne olduğunu tam olarak anlayamadığı bu sesi anlamaya çalışırken aynı zamanda artan bir merakla kabına sığmaz bir telaş yaşıyordu.

Bir ara Turunç’un; ‘’uzaktan akrabamız limon çiçeği bahçelerini uçsuz bucaksız yaşam alanlarından söküp yerlerine lüks rezidanslar yapmışlar’’ sözünü yarım yamalak duyar gibi olmuştu.

Başından kaynar sular dökülmüştü genç portakal çiçeğinin. Benzer şeyler kendileri içinde daha önceleri söylenmişti. Makus talihleri acaba kendilerine de mi aynı son hazırlayacaktı. Bir an bunu düşündü.

Yok artık dedi içinden. İnsanlar kendi yaşam alanlarını yok edecek, tarım alanlarının gittikçe kendini kuraklığın belirtilerine bıraktığı bir gelecekte buna cesaret edemez ki diye düşündü bir an.  Düşündüğü şeyi yaşama ihtimali karşısında Turunç’un söyledikleri daha da telaşlandırmıştı beyaz portakal çiçeğini.

Zira insanoğlunun ‘’ bahşedilen nimetleri ihtiyaçları oranında tüketmek yerine tıpkı metastaz yapmış bir kanser hücresi gibi büyümek için büyümek’’ ihtirasını idrak edememiş, aklına getirememişti…

Kendi kendine neden kar taneleri gibi saf ve temiz olamıyor insanoğlu dedi içinden buğulanmış gözleriyle iç çekerek. Bu zalimliğe kıyasla kar taneleri belki bizim çiçeklerimizi bir başka bahar için öldürür ancak insanlar gibi bedenimizi yok edecek kadar kimse zarar veremez diye düşündü bir an.

Portakal çiçeği bunları düşünürken komşusu anne köstebek, yavrularına kemirmek için bir şeyler bulmak gayretiyle yuvasından dışarıya çıktığında başına ileride neler geleceğinden habersiz arılara bal güzel kokusuyla insanlara cenneti yaşatan portakal çiçeğinin hiç tanık olmadığı bu hüzünlü halini görünce dayanamadı sordu: Komşum portakal çiçeği nedir bu hüzünlü bir o kadarda  karamsar halin?

Beyaz portakal çiçeği: Biz yok olursak benzer akıbeti sende yaşayacaksın dedi iç çekerek... Sen yavruların için yeni yuvalar yeni yaşam alanları bulabilecek misin dedi sessiz hıçkırıklarla.

O an anne köstebeğin gözünün önüne yetim üç küçük yavrusu geldi. Toprakla irtibatlarını kesen beton yığınlarının taş parkelerle örülmüş caddelerin yaşam alanlarını nasıl yok edeceğini düşündü bir an büyük bir korku tarifi imkânsız bir acıyla…

Nedir dedi bu insanların bizlerle birlikte kendi yaşam alanlarını yok etme hırsı. Bir an insanlar karşısındaki sahipsizliklerini düşündü beyaz portakal çiçeği ve anne köstebek.

Neden insanlar verimli topraklardan kendilerine verdiklerimize saygı duymak onu korumak yerine oralarda betondan barınaklar yaparlar diye düşündüler. Dağ yamaçlarındaki ot bitmez çorak ve kuru araziler dururken nefes alanlarını neden talan edilir diye hayıflandılar. Bu tarifi imkânsız hırs, kontrol edilemez bencillik ve konforlu yaşamak uğruna insan fıtratına bahşedilmiş yaşamları yok etme duygusuydu.

Beyaz portakal çiçeği ve anne köstebeğin yaşadığı bu duygu sağanağını bugün bende yaşıyorum. Eski Mersin’i portakal ve limon bahçelerini anlatırdı babam. Müftü deresinin kuzeye giden sağlı sollu çeperlerindeki devasa portakal bahçelerinden Osmaniye mahallesinin bir portakal bahçesi olduğundan bahsederdi. Ben o zamana yetişemedim ancak son on yılı hatırlıyorum. Müftü deresi 3.çevre yolu altı ve üstünün portakal bahçesiyken sökülerek bugün nasıl lüks rezidanslar yapıldığına şahit oldum.

Tüm bunlar ortadayken asırlardır süre gelen bu habis duygularımızla, yaşam alanlarımıza doğa anaya hürmeti bugün adeta çarmıha gererken para kazanmak hırsıyla vahşi kapitalizmin bu kirli zemininde yol yürümeye, yürüdüğümüz bu amaçsız güzergahta doğayı kıyıma devam ediyoruz.

Oysa biliyoruz ki, turunç, limon, greyfurt, beyaz portakal çiçekleri kokan ve köstebeklerin yavrularıyla oynaşarak bize sundukları yaşam alanları taş binalardan devasa gökdelenlerden daha kıymetlidir. Bu kıymetlerden yoksun metropollerde büyük kentlerde yaşamak, aslında yapay suni bir varoluştan öte nedir ki?

Portakal bahçelerini yok edişimizden önce dokunarak hissettiğimiz, ayaklarımızın altındaki betondan üretilmiş taş parkelerden toprağı, yağan yağmurdan sonra toprağın o buram buram kokusunu bugün belki az da olsa hissedebiliyoruz bu kıyımla gelecekte hissedebilecek miyiz? Yarınlarda bunları hiçbir zaman hissedememek içimizi acıtmayacak mı?

Hemen dünle bugünü mukayese ettiğimizde o günkü o portakal çiçeği kokuları yerine bugün yerlerinden sökülerek üzerine dikilen pahalı rezidansların hemen bitişiğindeki çöp konteynırlarındaki çöp kokularından başka neyi hissedebiliyoruz bunu idrak edebiliyor muyuz?

Dün yeşil giysisi içindeki beyaz dekoltesiyle bizi mest eden üzerine konan arıların uçan böceklerin sanki bir orkestra uyumundaki essiz nağmelerini dinlerken hatırladığımız anılarımızdaki portakal çiçeklerinin yerini şimdilerde üzerinde yükselttiğimiz devasa gökdelenlerimiz, ruhsuz bedenimizi hapsettiğimiz pahalı rezidanslarımız bizi dünlerimizden daha mı mutlu edecek?

Veya anılarımızın o uçsuz bucaksız portakal bahçelerinin yok edilmesiyle tarumar edilmiş yuvalarından geriye yetim yavrularıyla bir başına kalmış ‘’anne köstebeğin hıçkırıklarına kulaklarımızı kapatıp bu sessiz çığlıklarını’’ duymazdan mı geleceğiz?

Evet ben bir mimarlık öğrencisiyim. Ama Mersin’in yaşam çeperlerindeki o verimli arazilerinin yok edilmesine Mersin ile özdeş o beyaz portakal bahçelerinin limon, turunç ve greyfurt ağaçlarının yok edilmesine karşıyım.

Şimdi soruyorum. Mersin’in kuzey yönlü depreme dayanıklı kıraç ve arazisi kayalık depreme dayanıklı inşaat projelerine uygun zeminler dururken tarım arazilerinin yok etmek Mersin’i Mersin ile özdeşleşmiş değerleri yok etmek olduğunu göremiyor, idrak edemiyor musunuz?

 

 

 

 

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.