23 Kasım 2024 Cumartesi
Firdevs Eylül Şimşek / Üniversite Öğrencisi / Mimarlık
Asfalta uzanıp derin hayallerle yıldızları seyreden çocuklar; konforlu yatağında uzanıp gelecek kaygısı gütmeyen çocuklardan daha umutlu düşler görür. Çünkü birinin gelecekle ilgili düşleri yeni başlarken; diğerinin gelecekle düşleri neredeyse bitmiştir.
20’li yaşlarda olan bizler içimizdeki o küçük çocuğun bu ülke ile ilgili düşlerini tüketemedi.
Hayalin olduğu her yerde umut vardır. Ve her insanın bir hayal derinliği vardır.
Bu derinlikte bazen kendi bencil zihin dünyanızın sığ beklentilerini; kimisinde ise aidiyet hissettiğiniz ülkenizle, toplumunuzla veya doğup büyüdüğünüz kentinizle ilgili düşlerle beslenmiş yıldız misali derin umutları görmek istersiniz.
Su bulanıksa görme umudunuzun gerçekleşmesi zaman alır. Çünkü ancak durgun ve berrak su yıldızları yansıtır.
Hal böyle olunca hayallerde umutları, umutlarda ise beklentileri arar durursunuz bulanıkla berrak su arası bir hafif bulanık bir suda.
Hayaller biraz daha gerçekçidir, umutların biraz daha ete kemiğe bürünmüş halini çağrıştırır. Düşler ise umutların gerçekleşmesi en zor olanını…
Hayalleri, kimileri gerçeklere aş erme olarak algılar. Düşü, bir imkansızın peşinde koşulduğu umut serüvenini… Oysa her insanın bir düşü veya en azından bir hayali vardır.
İnsanları ayakta tutan; askıdaki hayallerinin bir gün gerçekleşme ihtimalidir.
Dedim ya her insanın hayali kendi bireysel dünyası ile ilgilidir. Benim hayallerim ise ülkem ilgili olanıdır.
Oysa insanoğlunun kirlettiği dünya, hiçbir zaman temiz olmamış. ‘’Kan, gözyaşı ve adaletsizlik’’ Şeytanın üç atlısı olarak hükmünü hep hakim kılmış.
Dünya yanıyor. İnsanlar ateş ejderhalarının püskürttüğü yangından sığınacak bir saçak altı arıyor. Ancak yakılmış yıkılmış bir dünyada sığınılacak bir saçak altı bulmak kolay mı?
Bu ateş ejderhalarının püskürttüğü ateş topuna karşı saçak altı olmaya aday tek ülke Türkiye.
Bunu inşa etmek için kendi parkurunda koşmaya çalışıyor ancak sürekli çelme yiyor. Koşmak için kalkıyor, tekrar çelme üstüne çelme yiyor. Ancak her kalkışında yediği çelmelere rağmen koşusundan vazgeçmiyor inadına koşmaya devam ediyor.
Bu inat benim tıpkı yıldızlara bakarken gelecekle inatla perçinlediğim hayallerimi hatırlatıyor.
İşte o zaman ülkemle ilgili hayallerimin yeni yeni doğumlara gebe olduğunu görüyorum.
Derler ki her insan iki hayat için gelirmiş dünyaya. Önce yaşar ve yaşlanırmış. Ölümünün ardından çocuk olarak yeniden gelirmiş ikinci hayatına.
Tıpkı ülkem gibi. Neredeyse yüz yıl önce yüzlerce yıllık koca çınar büyük bir gürültüyle yıkılırken, genç bir fidan olarak yeniden yeşerdi. Bugün ise bütün çabalarına rağmen dallarını budatmadan, vereceği meyveleri ihtiyacı olanlara biriktirmeye çabalıyor.
Bu çaba yeni bir diriliş manzumesinin kutup yıldızı misali düş penceresinden süzülen umut ışığına benziyor.
Tıpkı benim hayalim gibi; bugün bu ülke dünyanın ezilmiş ve horlanmış milletlerinin, gelecek hayali olanların bütün hayalperestlerin, büyük hayallerine dokunacak bir ülke.
Bu ülke sadece benim askıdaki hayallerimin değil; neredeyse tüm ezilmişlerin, horlanmışların askıdaki hayallerini hayal olmaktan çıkartıp umuda, gerçeğe dönüştürebilecek belki de tek ülke.
Türkiye’m…
Firdevs Eylül Şimşek / Üniversite Öğrencisi / Mimarlık
Bu hikâye Mersin’in hafızasının yok oluş hikayesi…
Genç Greyfurt ve Turunç aralarında konuşuyordu. Turunç, Genç Greyfurt’a bir şeyler fısıldarken hemen yan komşusu beyaz portakal çiçeği bu hararetli konuşmaya kulak kabartıyor ne olduğunu tam olarak anlayamadığı bu sesi anlamaya çalışırken aynı zamanda artan bir merakla kabına sığmaz bir telaş yaşıyordu.
Bir ara Turunç’un; ‘’uzaktan akrabamız limon çiçeği bahçelerini uçsuz bucaksız yaşam alanlarından söküp yerlerine lüks rezidanslar yapmışlar’’ sözünü yarım yamalak duyar gibi olmuştu.
Başından kaynar sular dökülmüştü genç portakal çiçeğinin. Benzer şeyler kendileri içinde daha önceleri söylenmişti. Makus talihleri acaba kendilerine de mi aynı son hazırlayacaktı. Bir an bunu düşündü.
Yok artık dedi içinden. İnsanlar kendi yaşam alanlarını yok edecek, tarım alanlarının gittikçe kendini kuraklığın belirtilerine bıraktığı bir gelecekte buna cesaret edemez ki diye düşündü bir an. Düşündüğü şeyi yaşama ihtimali karşısında Turunç’un söyledikleri daha da telaşlandırmıştı beyaz portakal çiçeğini.
Zira insanoğlunun ‘’ bahşedilen nimetleri ihtiyaçları oranında tüketmek yerine tıpkı metastaz yapmış bir kanser hücresi gibi büyümek için büyümek’’ ihtirasını idrak edememiş, aklına getirememişti…
Kendi kendine neden kar taneleri gibi saf ve temiz olamıyor insanoğlu dedi içinden buğulanmış gözleriyle iç çekerek. Bu zalimliğe kıyasla kar taneleri belki bizim çiçeklerimizi bir başka bahar için öldürür ancak insanlar gibi bedenimizi yok edecek kadar kimse zarar veremez diye düşündü bir an.
Portakal çiçeği bunları düşünürken komşusu anne köstebek, yavrularına kemirmek için bir şeyler bulmak gayretiyle yuvasından dışarıya çıktığında başına ileride neler geleceğinden habersiz arılara bal güzel kokusuyla insanlara cenneti yaşatan portakal çiçeğinin hiç tanık olmadığı bu hüzünlü halini görünce dayanamadı sordu: Komşum portakal çiçeği nedir bu hüzünlü bir o kadarda karamsar halin?
Beyaz portakal çiçeği: Biz yok olursak benzer akıbeti sende yaşayacaksın dedi iç çekerek... Sen yavruların için yeni yuvalar yeni yaşam alanları bulabilecek misin dedi sessiz hıçkırıklarla.
O an anne köstebeğin gözünün önüne yetim üç küçük yavrusu geldi. Toprakla irtibatlarını kesen beton yığınlarının taş parkelerle örülmüş caddelerin yaşam alanlarını nasıl yok edeceğini düşündü bir an büyük bir korku tarifi imkânsız bir acıyla…
Nedir dedi bu insanların bizlerle birlikte kendi yaşam alanlarını yok etme hırsı. Bir an insanlar karşısındaki sahipsizliklerini düşündü beyaz portakal çiçeği ve anne köstebek.
Neden insanlar verimli topraklardan kendilerine verdiklerimize saygı duymak onu korumak yerine oralarda betondan barınaklar yaparlar diye düşündüler. Dağ yamaçlarındaki ot bitmez çorak ve kuru araziler dururken nefes alanlarını neden talan edilir diye hayıflandılar. Bu tarifi imkânsız hırs, kontrol edilemez bencillik ve konforlu yaşamak uğruna insan fıtratına bahşedilmiş yaşamları yok etme duygusuydu.
Beyaz portakal çiçeği ve anne köstebeğin yaşadığı bu duygu sağanağını bugün bende yaşıyorum. Eski Mersin’i portakal ve limon bahçelerini anlatırdı babam. Müftü deresinin kuzeye giden sağlı sollu çeperlerindeki devasa portakal bahçelerinden Osmaniye mahallesinin bir portakal bahçesi olduğundan bahsederdi. Ben o zamana yetişemedim ancak son on yılı hatırlıyorum. Müftü deresi 3.çevre yolu altı ve üstünün portakal bahçesiyken sökülerek bugün nasıl lüks rezidanslar yapıldığına şahit oldum.
Tüm bunlar ortadayken asırlardır süre gelen bu habis duygularımızla, yaşam alanlarımıza doğa anaya hürmeti bugün adeta çarmıha gererken para kazanmak hırsıyla vahşi kapitalizmin bu kirli zemininde yol yürümeye, yürüdüğümüz bu amaçsız güzergahta doğayı kıyıma devam ediyoruz.
Oysa biliyoruz ki, turunç, limon, greyfurt, beyaz portakal çiçekleri kokan ve köstebeklerin yavrularıyla oynaşarak bize sundukları yaşam alanları taş binalardan devasa gökdelenlerden daha kıymetlidir. Bu kıymetlerden yoksun metropollerde büyük kentlerde yaşamak, aslında yapay suni bir varoluştan öte nedir ki?
Portakal bahçelerini yok edişimizden önce dokunarak hissettiğimiz, ayaklarımızın altındaki betondan üretilmiş taş parkelerden toprağı, yağan yağmurdan sonra toprağın o buram buram kokusunu bugün belki az da olsa hissedebiliyoruz bu kıyımla gelecekte hissedebilecek miyiz? Yarınlarda bunları hiçbir zaman hissedememek içimizi acıtmayacak mı?
Hemen dünle bugünü mukayese ettiğimizde o günkü o portakal çiçeği kokuları yerine bugün yerlerinden sökülerek üzerine dikilen pahalı rezidansların hemen bitişiğindeki çöp konteynırlarındaki çöp kokularından başka neyi hissedebiliyoruz bunu idrak edebiliyor muyuz?
Dün yeşil giysisi içindeki beyaz dekoltesiyle bizi mest eden üzerine konan arıların uçan böceklerin sanki bir orkestra uyumundaki essiz nağmelerini dinlerken hatırladığımız anılarımızdaki portakal çiçeklerinin yerini şimdilerde üzerinde yükselttiğimiz devasa gökdelenlerimiz, ruhsuz bedenimizi hapsettiğimiz pahalı rezidanslarımız bizi dünlerimizden daha mı mutlu edecek?
Veya anılarımızın o uçsuz bucaksız portakal bahçelerinin yok edilmesiyle tarumar edilmiş yuvalarından geriye yetim yavrularıyla bir başına kalmış ‘’anne köstebeğin hıçkırıklarına kulaklarımızı kapatıp bu sessiz çığlıklarını’’ duymazdan mı geleceğiz?
Evet ben bir mimarlık öğrencisiyim. Ama Mersin’in yaşam çeperlerindeki o verimli arazilerinin yok edilmesine Mersin ile özdeş o beyaz portakal bahçelerinin limon, turunç ve greyfurt ağaçlarının yok edilmesine karşıyım.
Şimdi soruyorum. Mersin’in kuzey yönlü depreme dayanıklı kıraç ve arazisi kayalık depreme dayanıklı inşaat projelerine uygun zeminler dururken tarım arazilerinin yok etmek Mersin’i Mersin ile özdeşleşmiş değerleri yok etmek olduğunu göremiyor, idrak edemiyor musunuz?
Firdevs Eylül ŞİMŞEK/Üniversite Öğrencisi/Mimarlık
Artık yaşanabilir kentlerden bahsedebilmek için klasikleşmiş mimari projeksiyonlar yetmiyor.
Bunlar yanında kentin dinamiklerini iyi kullanabilmek kente artı değer katacak katmanları da harekete geçirmek gerekiyor.
Geldiğimiz noktada dünyamız önem sırasına göre kent yaşamını çekilmez hale getiren; ‘’çevre kirliliği, hava kirliliği ve gürültü kirliliğini’’ tartışıyor.
Maalesef bu sorunlara ülke olarak kendi ajandamızdaki ‘’plansız kentleşme kirliliğini’’ katarsak tüm bu sorunlar geleceğimiz için alarm zilleri çalıyor.
Dolayısıyla ister istemez yakın gelecekte ‘’ Akıllı Şehirler’’ kent olgusu, ülkemizde dahil yapılacak teknolojik planlamalarla trafikten enerjiye ve alt yapı planlamasına kadar bir çok alanda kentleri dönüştürecek pratiklerinden biri olacak gibi görünüyor.
Akıllı şehirlerle ilgili araştırmaları ve verileri incelediğinizde gelecekte dünyanın sorunu haline gelecek enerji bağımlılığını, ülkelerin gelecek perspektifinden enerji ihtiyaçlarını en aza indirecek planlamaları yapmak gibi bir zorunluluğu ortaya koyuyor.
Akıllı Şehirlerden anlamamız gereken, modernleşme çabası içinde olan ülkelerin insana ve tüm canlılara hizmet sunarken yaşam alanlarına zarar verebilecek çevre, hava ve gürültü kirliliği başta olmak üzere birçok alanda yüksek teknolojiden faydalanılarak sorunları en aza indirmeyi hedefleyen ülkesel teknolojik kabiliyetini tanımlamasıdır.
Bu sayede kentin kaynakları daha etkin ve yerinde kullanılırken, o ülkede ve yörede yaşayan insanlara ve diğer canlılara müreffeh bir yaşam sunumu gerçekleşir.
Dolayısıyla yeni nesil akıllı şehirler kavramı sadece teknolojik açıdan gelişmiş kentleri değil, yaşanabilirlik, ulaşım, erişebilirlik ve çevresel meselelerden süzülerek filtrelenmiş kentler akıllara gelmelidir.
Örneğin akışkan trafiği ile dünyanın en kalabalık şehirlerden biri olarak, bunu belli alanda başaran ve ödül alan Güney Kore’nin başkenti Seul, trafik planlamasıyla trafik sorununu çözen akıllı şehirlere örnek gösterilebilecek kentlerden biridir.
Veya Hollanda’nın başkenti Amsterdam, kendi bünyesindeki Schiphol Havalimanının üst yapısı, uzun zaman önce yapılan bir alt yapı planlamasıyla kentin kanalizasyon atıkları ile güneş ülkesi olmamasına rağmen evler, hastaneler ve şehir stadı enerji panelleriyle ısınırken, bu sayede enerji tüketimi en aza indirilmektedir.
O zaman şu soruyu sormak gerekiyor.
Tüm bunlar ortada iken, bizler ülke düzleminde kent yaşamının birer unsuru olarak bu yeni nesil akıllı şehirler planlamasının tam olarak neresindeyiz?
Buna yönelik şehir planlamamız var mı?
Klasik demode belediyecilik anlayışını artık belediyelerin çöp konteynırına terk etmeye hazır mıyız?
Zira mevcut “demode belediyecilik ‘’ ile yani eski belediyecilik anlayışı ile modern dünyanın akıllı şehirler formatına uyum sorunu yaşayacağı ortada iken, bu eski iddiayı devam ettirmek geleceğin insan-kent – yaşam dokusunda bir lezyon yaşatacağı neredeyse ortadadır.
Misal, İstanbul, Ankara, İzmir ve yaşadığımız kent Mersin’i de içine katarsak gelmiş geçmiş yerel yönetimler kentin; ulaşım, plansız yapılaşma, çevre veya gürültü kirliliği gibi birçok alandaki acil yaşamsal sorunlarını çözememişken kentlerimizi yöneten mevcut belediye başkanlarımız yeni nesil akıllı şehirler vizyonuna ne kadar hazırlar?
Artık siyasal partilerin kentler için düşündükleri belediye başkanı adaylarını belirlerken bu öncelikleri ayrı ve ayrıcalıklı tutmaları bu vizyonu kavramaya en uygun adayları önceliklendirmeleri yeni nesil akıllı şehirler için vazgeçilmez bir sorumluluk yüklemektedir.
Bir sonraki yerel seçimlerin 2029’un Mart ayında yapılacağı olası iken şehirlerimizin yeni nesil belediyecilik ile yeni nesil şehir olgusunu bütünleştirecek yeni nesil belediye başkanlarına ihtiyaç duyacağı tartışmasızdır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.