19 Nisan 2025 Cumartesi
Ana muhalefet partisi CHP ve lideri Özgür Özel, sağdan soldan gelen bu kadar salvolara rağmen ‘’ algıyı’’ iyi yönetiyor.
Kamuoyu anketlerin de İmamoğlu soruşturmasının gerek diploma iptali gerekse yolsuzluk soruşturmasının siyasi olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında ona en güçlü rakip olarak adaylığının engellenmeye çalışıldığı için mahkûm edilmek istendiği sonucu çıkıyor.
Anketlerde çıkan oran %60’larda… Dedim ya ana muhalefet algıyı doğal mecrasından kopartarak kendi istediği sahaya çekmiş durumda. Zaman içinde elbette yine doğal mecrasına oturacak ancak hadiseye büyük ölçüde vakıf olan bizler için her şey ‘’ zül’’
Yukarıda ifade ettiğim üzere CHP genel başkanı Özgür Özel’in burada hakkını teslim etmem gerekiyor. Zira Özgür Özel, bu yolsuzluk soruşturmasını ‘’ siyasi mecraya’’ tahvil ededursun iktidarı kendi sahasına hapsederek takımını adeta tek kale oynatıyor.
Cumhur İttifakı tarafında Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Bahçeli ve parti sözcüsü Ömer Çelik dışında birkaç cılız ses bu soruşturmanın ‘’ siyasi’’ olmadığını ‘’ yolsuzluk soruşturması’’ olduğunu anlatan başka kimse neredeyse yok.
Ortada patlamış her tarafa kokular saçan lağım var buna rağmen ‘’ Yavuz hırsız ev sahibini bastırır ‘’ misali usulsüzlük, yolsuzluk, irtikap ve ihaleye fesat karıştırma gibi birçok suç iddiası olmasına rağmen özellikle AK Partinin ülke genelinde buna Mersin’de dahil İl, İlçe tüm teşkilatlar sanki basiretleri bağlanmış gibi veya CHP’li belediyelerle sanki iş tutmuşlarda işlerimiz bozulur sıkıntıya gireriz düşüncesiyle tembihlenmişler gibi ” duymadım, görmedim, bilmiyorum” misali üç maymunu oynuyorlar adeta.
İl veya İlçe başkanları, yerel televizyon ve gazetelerde ‘’ at izinin it izine karıştığı’’ şu günlerde gündemlerle ilgili çıkıp bir söyleşi vermez mi veya sosyal medyayı en aktif bir şekilde kullanarak bir şeyler söylemez mi?
Ana muhalefet CHP, tüm üst yönetim ve teşkilat ve parti taraftarlarıyla konuyu asıl mecrasından saptırarak İmamoğlu davasının siyasi bir dava olduğunu geçmişte AK Parti’ye oy verenlerinde olduğu birçok kesimden insanları konsolide etmiş iken AK Parti teşkilatları sahaya çıkmak, oynanan oyunu rakip sahaya hapsetmek için daha neyi bekliyorlar?
Çok kere yazdım. Yine söylüyorum.
Siyasetin birçok tanımı vardır. Bunlardan biri de siyasetin ‘’ algıları kontrol edebilme sanatı’’ olduğudur.
Siyaset, iletişim üzerine kuruludur. İletişimden amaçlanan ise ALGI’ları kontrol edebilmektir.
Buradan gelmek istediğim asıl nokta şu: ‘’Siyasette başarılar büyük ölçüde olgular üzerinden değil algılar üzerinden şekillenir.’’
Olguları anlatıp insanları ikna edemezseniz, algıyı kontrol edemezsiniz.
Eğer siyaset algılar üzerinden yürüyorsa ki yürüyor, o zaman toplumu ikna etmekte iletişim alanlarını kullanarak algıları kontrol edebilmekten geçiyor.
Zira kitleleri algı kontrolü ile siyasette mesafe alabilirsiniz.
Buradan şuraya gelmek istiyorum.
12 milyona yaklaşan üye sayısı ile AK Partinin, 1 milyon 600 yüz bin üyeye sahip CHP dahil diğer tüm partilerin toplamından daha fazla üyeye sahip olmasına rağmen son 23 yılda teşkilatın milletvekilleriyle birlikte ülke için yapılanları anlatmakta veya Cumhurbaşkanı Erdoğan nezdinde ona yönelik iftira, bühtan gibi muhalefet saldırılarına karşı onu savunmada zafiyete tanık oluyoruz.
AK Parti, Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi bir lidere sahip olmasaydı şimdiye kadar siyasette esamesi okunmayan bir parti olacaktı.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’da bir insan. Bir konuşmasında günde 3-4 saat ancak uyuyabildiğini fazlasının zafiyete neden olabileceğini ülkeyi yönetmek için fedakârlık yapmak gerektiğini ifade etmişti.
AK Parti teşkilatları, milletvekilleri sizlerde tıpkı Sayın Cumhurbaşkanı gibi 3-4 saat mı uyuyorsunuz yoksa uyku ile ilgili bir kaygınız yok mu?
AK Parti, bir dava partisidir. Cumhuriyetin 2.yüzyılının kutup yıldızıdır. ” Türkiye yüzyılı’‘ gibi büyük vizyonel hedefleri vardır. Buna göre davranmanız buna göre bu siyasette var olmanız oturduğunuz koltuktan güç almak için değil o koltuğa güç vermek için orada olmanız gerekir.
Zira AK Parti, kalpten inandığınız yürekten omuz verdiğiniz bir fikri yalpalamadan, takatsiz bıraksalar dahi sendelemeden yılgınlık göstermeden savunma şiarıdır.
Gelinen noktada AK Parti ve MHP’nin dava şiarı özünde ‘’ ülke ve millet’’ davasıdır.
Özünde diyorum çünkü özünde AK Parti lideri Sayın Erdoğan ve MHP Lideri Sayın Bahçeli’nin yaşadığımız bu ekonomik türbülans iç ve dış muhalefetin dur durak bilmeyen salvolarına karşı sarsılmaz duruşlarını gıptayla izliyoruz.
Ancak liderlerin bu dik duruşu yanında parti teşkilatların, bu zor zamanda ortama kamufle olma, muhalefet sataşmalarına, haksızken haklı gibi davranma arsızlıklarına karşı dut yemiş bülbüle dönme tepkisizliklerine tanıklık ediyoruz.
Hadi MHP’yi bir tarafa bıraktık. Zira cumhurbaşkanlığı seçiminin salt tarafı değiller. Lider-doktrin-teşkilat kültü gereği Sayın Erdoğan’a oy verme yükümlüsüdürler.
Ancak AK Parti olarak kendilerine genel başkanın il ve ilçedeki temsilcisi sıfatı yüklenmiş İl ve İlçe başkanları ve yönetim veya teşkilat mensuplarının bırakın yazılı veya görsel basına mülakat vermelerini ellerinin altındaki sosyal medyayı bari etkili kullanmak ‘’ yolsuzluğu, usulsüzlüğü’’ bu arsızların suratına haykırmak için daha neyi kimi bekliyorlar anlamak mümkün değil.
Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi; Yapılacak olan inşaattan belirli dairelerin verilmesi sözleşme ile kararlaştırılmışsa buna ‘’ kat karşılığı inşaat sözleşmesi’’, sözleşmenin tapu kütüğüne tesciline de ‘’ kat karşılığı inşaat şerhi’’ denir.
Bu sözleşme ile arsa sahibi, yükleniciye karşı arsasını inşaat yapmaya elverişli olarak teslim etme ve yükümlülüklerini yerine getirme borcuna, yüklenici taraf olan müteahhide ise kendisine verilecek belli bağımsız bölümler karşısında sözleşmede belirtilen süre içinde sözleşme koşullarına ve projeye uygun nitelikte inşaatı bitirme, arsa sahibine düşen bağımsız bölümleri teslim etme borcu yüklenir.
2644 sayılı Tapu Kanunun 26/8.maddesi gerekse 1512 sayılı Noterlik Kanunu’nun 44.maddesi kapsamında satış vaadi sözleşmelerinde olduğu gibi kat karşılığı inşaat sözleşmeleri de noterlerce düzenlenebilir.
*Kat karşılığı inşaat sözleşmesinin tapu siciline şerhi; sözleşmede aksine bir hüküm getirilmemişse satış vaadi sözleşmelerinde olduğu gibi taraflardan herhangi birisinin talebi ile tapu siciline şerh verilebilir.
*Hisseli Taşınmazlarda Bir Kısım Hissedarın Yaptığı Sözleşme Tapu Şerh Edilebilir mi?
Taşınmaz malın bir kısım hissedarlarının noterde yapmış oldukları ‘’kat karşılığı inşaat sözleşmesi’’ tapuya şerh edilemez.
Bir taşınmazla ilgili olarak tüm hissedarlarının noterde birlikte yapmış olduğu veya ayrı ayrı farklı zamanlarda yapılmış olan tüm sözleşmenin ‘’ aynı anda tapuya ibraz edilmesi’’ halinde kabul edilerek tapuya şerh edilebilecektir.
*Kat karşılığı inşaat sözleşmesinin taraflarından birisi hissesini satmışsa sözleşme tapuya şerh edilebilir mi?
Tüm hissedarlar sözleşmeyi imzaladıktan sonra ve tapu siciline şerh ettirilmeden önce hissedarlardan birisi hissesini bir başkasına satmışsa bu durumda yeni malikinde sözleşmenin tapu siciline şerhi için muvafakatının alınması gerekir.
Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi ile Müteahhit Yükümlülüğünü Başkasına Devredebilir mi?
Kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile müteahhitçe elde edilen yükümlülük bir başkasına devredilemez. Tapu malik veya malikleri, müteahhitçe devredilen inşaat yapma yükümlülüğünü kabul etse tapu kütüğüne muvafakat verse dahi geçersizdir.
Yüklenici Müteahhit Sözleşme ile Edindiği Hakkı Taşerona Devredebilir mi?
Müteahhit, taşınmaz maliki veya malikleri ile yaptığı kat karşılığı inşaat hakkı sözleşmesindeki haklarını sözleşmede ‘’yetki’’ verilmiş olması veya ‘’ taşınmaz malikinin’’ yazılı muvafakatı ile sözleşmeden doğan haklarının bir kısmını veya tamamını başka bir müteahhite devredebilir.
Yani inşaatı yaptırmak için taşeron kullanabilir. Ana sözleşme kapsamında noterde yeni kat karşılığı inşaat alt sözleşmesi düzenletebilir. Yeni alt sözleşme ile kendisine düşen dairelerin tamamını veya bir kısmını yeni müteahhite yani taşerona devrini taahhüt edebilir.
Kısıtlı Adına Vasinin Yetkileri
Kısıtlı adına vasi, mahkeme kararı ve hâkim izni ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenletebilir. Bu sözleşme düzenlemesinden sonra müteahhite devredilecek daireler için tekrardan mahkemeden hâkim iznine ihtiyaç yoktur. Zira bu durumda vasi sözleşmeden doğan yetkileri yerine getirdiği için yeni bir hâkim iznine ihtiyaç duyulmamaktadır.
Ancak önceden yapılmış sözleşmeyle müteahhite devredilmesi yerine müteahhitin göstereceği üçüncü bir kişiye devirle ilgili yetki verilmemiş veya ‘’ müteahhidin göstereceği üçüncü kişiye devir yapılabilir’’ denilmemişse yeniden mahkemeden hâkim izni gerekir. Sözleşmede böyle bir yetki verilmişse tekraren hâkim iznine ihtiyaç yoktur.
Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Tapuda Terkin Halleri
*Taraflar sözleşmeyi birlikte veya ayrı ayrı noterde fesh etmişlerse malik veya sözleşme lehtarı ayrı ayrı terkin talep edebilir.
*Gayrimenkul maliki tek taraflı sözleşmeyi fesh ederse tapu sicilindeki şerhi terkin ettiremez.
*Müteahhit tek taraflı olarak sözleşmeyi feshetmişse malik bu fesihname ile tapuda şerhi terkin ettirebilir.
*Müteahhit dilediği zaman şerhi terkin ettirebilir.
* Kat karşılığı inşaat sözleşmesi tapu siciline şerh tarihinden itibaren 5 yıl sonunda tapu maliki terkin harcını yatırması şartıyla kat karşılığı inşaat sözleşmesi şerhinin terkinini talep edebilir.
* Veya 5 yıllık süre dolmadan müteahhit tarafından terkin harcı yatırılmak suretiyle her zaman terkin edilmesi talep edilebilir.
MALİ YÖNÜ:
Kat karşılığı inşaat sözleşmesinin tapu siciline şerhi ‘’ sözleşmede yazılı bedel’’ üzerinden ( bu bedel taşınmazın emlak rayiç bedelinden az, 2 katından fazla olamaz), eğer sözleşmede bedel belirtilmemişse ‘’ emlak rayiç bedel’’ üzerinden (binde 6,83) harç tahsil edilir.
Ayrıca her yıl yeniden belirlenen döner sermaye ücreti tahsil edilir.
Terkininde ise maktu terkin harcı tahsil edilir.
Yeni bir konu ve yeni bir yazıda buluşmak dileğiyle…
Stalin, SSCB’sinden; Putin, Rusya’sına, Mao Zedung’un komünist Çin’inden, Şi Cinping’in , komünist-kapitalist Çin’ine, Kuzey Kore’sine kadar istisnalar dışında dünyada cuntacı girişimlerle elde edilen tüm diktatoryal rejimlere bakın hemen hemen tamamına yakını ‘’ Sol’’ menşeilidir.
Cuntacılık, solun genetiğinde olan iktidarı elde etmede önemli bir beşerî sermayedir.
Bu gelenek ve genetik faktör bizim solunda izdüşümüdür.
İlk kez gizli oy, açık tasnif seçim sistemiyle 1950 seçimlerinde, ‘’ Yeter söz milletindir! ‘’ manifestosuyla iktidara gelen Demokrat Parti iktidarını 1960 darbesiyle orduyu kışkırtarak al aşağı eden zamanın CHP yönetimidir.
12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007 e-muhtıraları; solun baskı ve tahakkümü ile ‘’ordu-yargı-bürokrasi-medya’’ vesayeti kullanılarak seçimle gelmiş sağ iktidarların al aşağı edildiği veya edilmeye çalışıldığı solun ‘’ cuntacılık’’ faaliyetlerinden bazılarıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk siyasetinde sol kafaların belki en fazla hedefe koyduğu liderdir desek yanılmış olmayız. Ben daha fazlasına maruz kalmış bir politikacı var mı hatırlamıyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, irtica yanlısı gösterilip mahalle baskısı yapılan, özgürlük düşmanı gösterilip ‘’ psikolojik sindirmenin’’ her türlüsüne maruz bırakılan sokak kalkışmasının, fiili darbelerin farklı türlerine, karalama kampanyalarının ve hakaretlerin tümüne, siyasi entrikaların, kumpasların ve hukuki engellemelerin her çeşidine maruz bırakıldı.
1990’lı yıllarda olduğu gibi siyaseti karanlık mecralarda yapmayı önerenleri, 28 Şubat iklimi üzerinden ‘’ikna odalarına’’ veya ‘’yargı ve asker vesayeti’’ üzerinden ‘baskıya dayalı korku’’ ya öncülük edenleri bu millet asla unutmadı ve unutmayacak.
Elbette ki yolu doğru olanın, yükü ağır olur. Bunların hiçbiri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sindirmeye yetmedi.
Zira liderlik sıfatını genetik faktörün izdüşümü üzerinden konjonktür ve toplum belirler. Varsa yaradılıştan böyle bir yetiniz konjonktür ortaya çıkartır, toplum sahiplenir.
Dolayısıyla ‘’olağanüstü koşulları toplum lehine dönüştürme kabiliyeti’’ olan kişilere toplum liderlik vasfı yükler.
Bugün İmamoğlu gibi gölgesi kapasitesinin çok önünde giden sıradan ‘’ diplomasız’’ bir figürü ‘’liderlik vasfıyla etiketleme’’ çabası içinde olan bir ana muhalefet görüyoruz.
Dünden bugüne ‘’tek adamlık’’ veya ‘’ cuntacılık’’ kafasıyla toplumu maniple etmeye çalışanların kafalarının basmadığı şey Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tesis etmeye çalıştığı devlet yönetiminde zafiyeti ortadan kaldırma otoritesinin; baskıyı ve korkuyu değil, ‘’ gönüldaşlık üzerine kurulu birlikteliği, fedakarlığı ve sevgiyi’’ esas alma realitesidir.
Bunun örneğini 15 Temmuz gecesinde halkın canı pahasına sokağa dökülmesinde görmedik mi? Bu halk sevdiği liderle özdeşleşmiş, onun başarı ve zaferini kendi başarısı ve zaferi olarak görmüştür. Bu yüzden de ona yönelik saldırıyı kendisine yapılan bir saldırı olarak algılayarak varlığını koşulsuz bu lidere siper etmiştir.
Oysa ‘’Cuntacılar’’ korku üzerine kurulu geleceklerini tehdit ve baskı üzerine halkın bağlılığını sağladıkları için ‘’sandıkta kaybetmekten’’ korkarlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, koltuğa yapışan, seçimde kaybetmesi halinde halkın seçimini tanımayacak bir siyasetçi değildir.
Bir düşünür halkıyla gönül bağlılığını esas alan liderler için; “Bu tip liderler diktatör olmak istemezler, çünkü ‘’ köle ruhlar ‘’ üzerine egemen olmak için heves duymazlar.’’ der.
İktidarı onlar kendilerine bahşedilen misyonun dönemi için isterler, halkların güvenini, vatandaşlarının itimadını kazanmak isterler, sadece tebaalarınınkini değil halkının güvenlerini yitirir yitirmez iktidarlarından feragat etmek isterler.
Geçmişten bugüne her türlü saldırıya maruz kalan Erdoğan gibi bir lider, elbette ayakta kalmak için kendisini, hareketini ve arkasında yürüyen toplum kesimlerini savunmak isteyecek ve savunacaktır da. Kendisini eleştirenleri eleştirmesi, hukuksuz olarak kendini ve iktidarını devirmek için çalışanlara karşı durması bu illegal çabalar nedeniyle hukuk karşısında hesap vermelerini istemesi, kirli oyun ve kumpaslara karşı celallenmesi bir cuntacılık göstergesi midir?
Devlet yönetimi, ‘’ otorite sahibi olmayı ve gönül bağını birbirine entegre eden’’ bir birlikteliği savunur. Tek adamlık, cuntacılık bu bağlılığı sağlamayacağı gibi tek taraflı bağlılık ilişkisi de birlikte yönetme refleksini sağlayamaz.
Onun içindir ki; Cumhurbaşkanı Erdoğan hukuksuzluğa tevessül etmeden her zaman diklenmeden dik durmaya ve milletin hakkını yedirmeden emanetine sahip çıkmaya çalışmıştır.
Böyle bir kişiliği tek adamlık ve cuntacı olarak etiketleyenler, aslında her şeye boyun eğen, pısırık, silik geçmişte hep olduğu gibi ezik liderler piyasaya sürüp halkı kendi otoritelerinin tahakkümünü dayatmayı, kendi otoriterliğine boyun eğen bir halk yelpazesi üretmek isterler.
Bugün siyasal militarizm üzerinden koltuk rüyasına yatanların şunu kafalarına sokması gerekiyor.
Belki siyasal yetmezlik sorununuzun getirdiği politik rekabetteki başarı ezikliğiniz ile gönülden böyle birisini görmek istiyor olabilirsiniz. Ancak böyle istediniz böyle etiketlemeye çalıştınız diye Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ne cuntacı ne ezik nede sünepe bir lider olur.
Başka kapıya…
Bu boykot çağrısı ‘’enfekte siyasetin’’ meydana getirdiği ‘’ finansal darbe’’ teşebbüsüdür.
Kendi yerli ve milli ekonomisini hedef alıp kendi ekonomisini çökertmeye çalışan bir politika, bu ülkede ancak böyle bir zihin koduna sahip ‘’yeni CHP’’ kafa yapısındaki ‘’finansal tetikçi’’ menşeili bir zihnin çağrısıyla yapılabilirdi ve yapıldı da…
Eski Genel Başkan merhum Deniz Baykal sonrası CHP, önce Kılıçdaroğlu sonra ise ekonomik menşeili duygusal ilişkilerle partiyi ele geçiren yeni Genel Başkan Özgür Özel ile birlikte illegalitenin hâkim olduğu gerek terör ve gerekse finansal perspektiften yerli ve milli politikaların yok sayılarak derdest edildiği bu alana hapsedildi.
Boykot çağrısındaki amaç önce ciddi argümanlarla destekli yolsuzluk ve irtikap menşeili dava sürecini ‘’ siyasal mecraya’’ yönlendirip bu alana hapsederek çıkabilecek bir mahkûmiyet kararı karşısındaki hukuki süreci bir ‘’ön alma’’ telaşı ile gerçek gündeminden çıkartıp ‘’ yolsuzluk davasını siyasi dava’’ olarak Türk toplumunun önüne koymak olduğu su katılmamış bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Şimdi soruyorum…
İkinci kez hedef gösterilip boykota tabi tutulan işletmelerde milyonlarca emekçi evine ekmek götürmek için yaşam mücadelesi verirken bu boykot karşısında bu emekçilerin istihdamı işletmelerce karşılanamaz duruma geldiği zaman bunun hesabını kim verecek?
Düzeltilmeye çalışılan ülke ekonomisi bu boykot çağrısı ile ‘’öngörülemez bir düzleme’’ hapsolunduğunda emeklisinden, çalışanına; sosyal yardım bekleyen tüm kesimlere reva görülen bu ‘’finansal mahkumiyetin’’ hesabını kim ödeyecek?
Fransa’da devam eden bir yargılama neticesinde 2027 seçimlerinin açık ara favorisi Ulusal Birlik Partisinin lideri ve Avrupa fonunu zimmetine geçirmekten 4 yıl hapis 5 yıl siyasetten men yasağı alan Marine Le Pen, hangi yandaşını sokağa davet edip milli ekonomiyi hedef alan hastalıklı ve kirli siyasetin bir parçası oldu?
Ulusal Birlik Partisinin lideri Le Pen, Avrupa fonunun partiye sağladığı parayı zimmetine geçirmekten suçlu bulunup hapis ve siyasetten men ceza alırken İmamoğlu gibi bir figür senin benim paramı ‘’ belediye bütçesini kendi yandaşları üzerinden hülle yoluyla kendi şirketlerine aktarmak’’ iddiası ile tutuklanarak yargıla sürecine dahil edilmiştir.
Aradaki fark Le Pen Avrupa Birliğinden partisine gelen parayı zimmete geçirmek davasından ceza alırken İmamoğlu, İstanbul’a hizmet için aktarılması gereken kamu bütçesini kendi amaçları için kullandığı iddiası ile tutuklanarak cezaevine konulmuştur.
Siyaset, iki amaç için yapılır.
İlki ‘’ulvi’’ bir amaç; diğeri ise ‘’süfli’’ bir amaçtır.
Ulvi bir amaç için güdülen dava ‘’insana’’ dönüktür. İnsanı hedef alıp kitlesel amaca dönük ahlaki değerler zemininde insanlığın yüceltilmesi için yapılır.
Süfli bir amaç için hedeflenen ise kişisel hedefleri için kurgulanan asgari ve azami sınırı kendi çıkar dünyalarını çevreleyip sarmaladığı basit bir ‘’menfaat’’ amaç için yapılır.
Diğer muhalefet partilerinin destek vererek vakanın milli işletmeler hedef alınarak bu boyuta gelmesi ve ana muhalefet tarafından dahada derinleştirilen bu boykot kararı ülkeye ihanete varacak bir boyuta evrildiğini ifade etmek gerekiyor.
Gazze katliamı nedeniyle 50 binden fazla insanın ölümü karşısında Türk toplumunun İsrail mallarını boykot kararı karşısında gıkı çıkmayan ana muhalefet CHP ve Genel Başkanı Özgür Özel’in bugün kendi milli ekonomisini hedef alması kendi yerli mallarını boykot etmesi hangi ahlak hangi insani duruşla izah edilebilir?
Maalesef iktidar ve ana muhalefet arasında siyasal rekabette yaşanan bu ‘’ zihniyet ezikliği’’ finansal tetikçiliğe varan bir duruma yönelmesi ana muhalefetin, şirazeden çıkma ne yaptığını bilememe hadsizliğine varan ‘’ obsesif hırçınlığına’’ dönüşmüştür.
Genel olarak milli hassasiyetleri ile öne çıkan Türk toplumu milli işletmeleri hedef alan bu finansal tetikçiliğe prim vermeyeceği enfekte siyasetin getirdiği bu siyasetsizlik düzlemine dahil olmayacağını geçmişteki tecrübeler göstermiştir.
Öncesinde belli işletmeler sonrasında ise bu işletmeler üzerinden alınan boykot kararına karşı ‘’ haksız fiil’’ durumu doğmuştur.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun ‘’ Haksız Fiillerden Doğan Borç Kararı’’ konu başlığının ‘’ Sorumluluk’’ başlıklı 49/a. bendi ‘’ Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.’’ der.
Bu madde ışığında bu hukuka aykırı boykot kararından zarar gören kim varsa zarar tazminatı adı altında bu çağrının müsebbipleri hedef gösterilerek dava açabileceği kendi kanaatimce ve ayrıca alanında uzman hukuk çevrelerince de ifade edilmektedir.
Dönemin en önemli emperyalist gücü İngiltere’nin 1956 Süveyş krizinden sonra emperyalist gücünü yavaş yavaş yitirmesinden sonra Sovyet Rusya’sı ile birlikte dünyanın en önemli emperyalist gücü haline gelen ABD’nin, dünya coğrafyasındaki tahakkümünü ve Türkiye üzerindeki kalkışmasını protesto etmek amacıyla 1960’lı yılların son çeyreğinde (1967-1969) Dolmabahçe’ye yanaşmak isteyen ABD 6.filosu askerlerinin ‘’ antiemperyalist’’ 68 kuşağı gençlerin girişimiyle denize dökülmesiyle sonuçlanan bu protesto eylemini bugün bile alkışlıyoruz.
ABD’nin 7.Filo marifetiyle uzak doğuda Vietnam’da getirdiği gözyaşları, bugün olduğu gibi Orta Doğu’da Araplara karşı İsrail tarafında, Kıbrıs sorununda Rum ve Yunanlılardan yana tavır almasının getirdiği kızgınlık patlamasıydı o günlerde bu protestoların sebebi.
Bugün 68 kuşağı olarak tabir edilen gençlerin bu çabası onurlu bir çabaydı. Onun içindir ki 68‘ler kuşağı bugün zihinlerde hemen her kesim tarafından bir değer olarak kazınmış ve böyle kabul görmüş.
Ben şuna inanırım.
İç cephemizde siyaseten çekişmelerimiz kavgalarınız olabilir ancak siyasetçisinden entelektüeline sanatçısından tüm kesimlerine iç meselelerimizi çekişmelerimizi kavgalarımızı bir tarafa bırakıp emperyalizme karşı ortak bir antiemperyalist bir duruş sergileyebilsek dış müdahalelere kapıları kapatabilir sömürgeci güçlerin emperyalist damarlarını köreltebilir midelerindeki sömürgeci iştahlarına kelepçe vurabiliriz.
Ancak bugün bunu yapabilecek iktidarla birlikte güç birliği oluşturabilecek bu zihin kodlarına sahip ne ana muhalefet CHP ne de elle tutulur bir muhalefet var.
Karşımızda kendi koltuk iştahları için her şeyi mübah gören her dış müdahaleye açık hale gelmiş ülkeyi de dış müdahaleye açık hale getirmeye çalışan ‘’ zihin işgali’’ yaşayan ‘’ zihin kölesi’’ bir ana muhalefetten bahsediyoruz.
Maalesef bugün asıl sorun ana muhalefet ana başlığı altında kendi iç cephemizde.
Bugün 6.filoyu denize dökmekle övünen 68 kuşağının fikir ve zihin membası olan CHP ve genel başkanı Özgür Özel ve şürekası önceki genel başkan Kılıçdaroğlu gibi dışarıya karşı aynı onurlu duruşu göstermek bir yana ABD başta dış dünyadan özellikle ABD öncesinin en büyük emperyalist gücü İngiltere ve onun bugünkü sosyalist Başbakanı Keir Starmer’e adeta diz çökmüş bulaştıkları yolsuzluk iddiasına karşı istediği destek talebinin kabul görmemesi üzerine Keir Stanmer’e olan sitemine tanıklık ediyoruz.
Ana muhalefet ve genel başkanının anlamadığı şey bu ülke artık emperyalist damarlarını ortaya çıkartıp sömürge iştahlarıyla ağızlarından salyalar akıtanların emir eri ne onların emirlerine eskiden olduğu gibi koşulsuz biat edecek, değirmenlerine su taşıyacak ‘’tescilli saka’’ ne de coğrafyasındaki öteki devletleri kendi üzerinden dizayn ettirecek ‘’ garnizon devlet’’ değil.
Garnizon siyaset duruşu ülkeyi inşa ettiğini her fırsatta gözümüze sokan bu günkü CHP’ye ve onun büyük antiemperyalist lideri Atatürk’ün aziz hatırasına yakışıyor mu?
Yüz yıl önce yukarıda ifade ettiğim üzere denizaşırı güçlerine de toplayarak üzerimize salan dönemin en büyük düveli muazzaması İngiltere ve bugünün Başbakanı Starmer’den yardım dilenmek büyük Atatürk’ün aziz ruhunu muazzep etmeyecek mi?
Belki ‘’Politik rekabette, başarı ezilmesi’’ yaşayabilirsiniz.
Bunu başkasında değil yönetsel yetersizliğinizi, geçmişten bugüne halkla iletişimsizliğinizi, yerlilik ve millilik hassasiyetinizi çek ederek sorgulayarak kendinizde arayacaksınız.
Bugün İmamoğlu cephesinden her şey bir bir ortaya döküldükçe siyasal ahlak;’’ pisliğini atamayan durgun su misali bir türlü kendini temizleyemiyor.’’
Ancak bu pespayeliği emperyalistlerden yardım dilenerek değil kendi siyasal anatominizi güçlendirerek, siyaseten her alanda yeni şeyler oraya koyarak ortalama sosyolojiyi veya seçmeni ikna ederek gerçekleştirebilirsiniz.
Yolsuzlukları ve vurgunları kapatmaya çalışarak, yargı üzerinde vesayet kurarak ‘’ siyasal ve toplumsal ahlakı’’ hadım ederek gerçekleştiremezsiniz.
Hele bunu ülkenizi başkalarına şikâyet ederek onlardan yardım dilenerek hiç yapamazsınız.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.