11 Nisan 2025 Cuma
Ana muhalefet perspektifinden siyaset, tam bir ahlaki yozlaşma girdabında çırpınıyor desek herhalde yanılmış olmayız.
Ortalığa saçılan pisliği sürekli halının altına süpürmeye çalışan, yaşananlarla yüzleşmek yerine yüzleşmemeyi tercih eden bir ana muhalefetle karşı karşıyayız.
Ana muhalefet CHP’de hem ahlaki hem de milli bir ‘’ politik restorasyona’’, belki politik vizyonsuzluğun getirdiği bir nevi ‘’politik mutasyona’’ ihtiyacı olduğu ortada.
Zira halı altına süpürülen gizlenme ve kamufle olma imkânı kalmayarak etrafa taşan pislik, çevreye yayılan kokusuyla artık tahammül edilemez bir hal alırken CHP, bu pislikleri gizlemek adına artık çöp ev olmaya doğru gidiyor.
Bir taraftan yukarıda ifade ettiğim üzere usulsüzlük, yolsuzluk ile ortaya çıkan bu siyasal çirkinliği, boykot ve sokak eylemleri üzerinden toplum mühendisliği kurgusuyla manipülasyon üzerinden ‘’siyasal mecraya hapsederek örtbas etme’’ telaşıyla hareket ederken diğer yandan geçmişin sünepe Türkiye’sinin pısırık liderlerini hizaya çeken Batı liderlerinin, bu pısırık liderlere parmak sallama refleksinin özlemi olsa gerek, ülkesini dışarıya şikâyet etme işgüzarlığı peşinde çırpınıp duruyor.
Bu, siyaset sosyolojisinde bir ‘’ milli duruş üşümesidir.’’
Ana muhalefet genel başkan ve yönetimi, yüz yıllık partiye reva görülen her pisliği sürekli halının altına süpürmek yerine, pisliğe bulaşmış her siyasetçisine hesap sormuş, safralarından kurtulmuş olsa hem partiyi temize çıkartırken hem de bu tip siyasetçilerin parti içinde yuvalanmasının önüne geçerek partiyi bir rant aracı görme zihin algısını ortadan kaldırmış olabilirdi. Ancak görünen o ki CHP genel başkanı Özgür Özel’in pisliği temizlemek bununla mücadele etme gibi bir ajandası olmadığı açık.
Politikanın bir siyasal araç olma kimliği üzerinden birçok tanımı vardır.
Bu alanı kimisi değerleri esas alan ‘’ hizmet’’ alanı kimileri ise ‘’ oportünizm üzerinden ‘’çıkar’’ alanı olarak konsolide eder.
Politikanın asli unsuru yönetim ve kişisel yetkinlikleri içeren bir liyakat bir donanım alanıdır. Bu yüzden politika için donanım, birikim ve bu meziyetlerle birlikte gelecek tasavvuru klişesi üzerinden geçmiş ve bugünü harmanlayarak yarınlara dönük güncellemeler içeren yetkinlik ve yeteneklerin etkinlik sahasıdır da desek yanılmış olmayız.
İşte politikayı bu alanı kıymetlendirir.
Dolayısıyla demokratik enstrümanların en vazgeçilmezlerinden olan politika; sorunların, güçlüklerin aşılmasında, yeni ihtiyaçların belirlenmesinde ve gelişmesinde, bugünü ve geleceğe dair yönetme becerilerinin gelişiminde başvurulacak yegâne alandır.
Hizmet alanı üzerinden yapılan politika gerek siyasal mecraya ve gerekse kişiye itibar, saygınlık yüklerken menfaat üzerinden yapılan siyaset hem siyasetçiyi küçültür hem de siyaset yapılan alanı yozlaştırır.
Politika insan odaklı yapıldığı için politik alanı, içi kof bir derinliği olmayan köhne sloganlarla, iddiası ve idealleri olmayan koşullara göre değişen fikirlerle veya gayri milli politikalarla beslersek yani sadece oy avcılığına uyarlanan bir alana hapsedersek güçlü fikirleri güçlü hizmet projeleriyle buluşturamayız.
Bu durum politikanın, sorun çözme kapasitesini yok etmenin yanında kolaycılığa alan açarken eylem alanını fikir üretim mekanizmasını körelten bir mecraya hapseder.
Politikada başarı, iktidar- muhalefet terazisinde eylem pratiklerine altık oluşturacak fikir ve hizmet kalibresi ile ölçülür.
İnsana hizmeti esas alan fikri kalibrenin uygulanabilir etki gücü ve kapasitesi, muhalefet partilerinin iktidarı için hedef aracıdır, iktidar değişimlerinin temel belirleyicisidir.
İşte bundan dolayıdır ki ana muhalefet partisi CHP ve lideri Özgür Özel, muhalefet yapma saikini kendi iç mecrasına dönerek yapmalı, gayri milli saiklerle dışarıya şikâyet ederek yardım dilenerek değil.
Neticede böyle bir çabanın da bir karşılık üretmediği veya üretmeyeceği yeni Türkiye konjonktüründe ortada iken ülkeyi inşa eden parti olma klişesine orta ve uzun vadede kalıcı hasarlar bırakacağı bir realite olarak karşımızda durmaktadır.
Ana muhalefet CHP, ‘‘ ne olacak bu CHP’nin hali” dedirtecek temiz bir siyaset için ciddi bir yüzleşmeyle karşı karşıyadır.
Ya şu an yaşadığı yolsuzluk, usulsüzlük gibi ahlaksızlıklarla yüzleşerek anatomisine uyarlayacağı yeni ve ‘’ temiz siyaset’’ tarzıyla ” milli siyaseti de” sırtlanarak kendine yeni bir yol açacak ya da yeni doku lezyonlarıyla ‘’ bünyesine metastaz atmış’’ parti sıfatıyla akıbetini bekleyecek.
Siyaset; demokratik enstrümanlar kullanılarak elde edilen iktidarın, vatandaş lehine kullanması sanatıdır.
Bir de ‘’ değerler’’ vardır. Değerler yıldızlar gibidir, ellerimizle tutamasak da bizler için yön tayin edici yol göstericidirler.
Değerler bir davanın mütemmim cüzi, bütünleyici parçası olarak işlevsellik kazanırlar. Ve bir davaya bunlar üzerinden bir değer atfedilir.
Dolayısıyla dava sahibi olmakta aynı zamanda ahlak sahibi olmayı da gerektirir. Elbette buradaki amacım birilerine ahlak dersi vermek değil.
İfade etmek istediğim şey siyasetin en büyük backgroundunun ‘’değerler’’ manzumesi, değerleri değerli kılan başat aktörünün ise ‘’ahlak’’ perspektifi izdüşümü olduğu gerçeğini vurgulamaktır.
İşte siyaseti değerli kılan, değer ve ahlak manzumesi üzerine aldığı mesafe ölçüsüdür.
Dolayısıyla politika veya siyaset adına ne derseniz, kimileri için ‘’ulvi’’ bir değer kimileri içinse ‘’süfli’’ bir amaçtır.
Ulvi bir değere yönelik siyaset bir yücelik yükseklik barındırır. Kapsayıcıdır. Güdülen dava ‘’insana’’ insanlığa dönüktür. İnsanı hedef alıp insanlığı kuşattığı gibi ahlaki değerler zemininde insanlığın yüceltilmesi, yükseltilmesi için yapılır.
Süfli bir amaç için yapılan siyaset ise küçük amaçlar kişisel hedefler için kurgulanan asgari ve azami sınırı kendi kişisel çıkar dünyalarını çevreleyip sarmaladığı basit bir ‘’menfaat’’ amacına dönük olarak çıkar karşımıza.
Bir hamiyet ülküsünü temel alan bizlerin anladığı siyaset davası, kendi zihinlerimizde ulvi bir amacı kapsar, süfli bir amacı değil.
Buradan şuraya geleceğim.
Uzun zamandır izliyor takip ediyorum Avukat vekil Sibel Söylemez’i…
Nerede bir cenaze nerede bir düğün nerede bir yoksulluk ve ihtiyaç sahibi var Vekil Söylemez orada.
Kimilerine kardeş kimilerine evlat kimilerine abla kimilerine anne… Ruhu, kalbe yaslamak belki böyle bir şey…
Bir o kadar da alçak gönüllü ve olabildiğince mütevazi…
Selin önünden kütük kapmaya çalışan bir vekil izlenimi telaşı yok. Olabildiğinde sakin olabildiğince samimi olabildiğince duygusal… Tam bir insan…
Kişiliği sanki bir cerrahi operasyonla kibirden arındırılmış, kibir operasyonu geçirmiş bir insan düşünün…
Demem o ki bir vekil olmanın çok ötesinde güzel bir insan…
Anladığım kadarıyla kişisel beklentilerin küçük heveslerin rüzgarına kapılmadan dışını değil hep içini büyütmüş, ruhsal derinliği öncelemiş şahsiyet bütünlüğünü korumaya çalışan birisi…
Bencilliğin, ikiyüzlülüğün, şahsiyetsizliğin sorgulanmadığı hatta itibar gördüğü bir yaşam serencamında her şeye rağmen kendi inanç ve değerleriyle yol yürümeye mesafe almaya kısaca kendi ‘’değer setlerimizi’’ koruma istikamet üzere yol yürümeye çalışan bir şahsiyet izlenimi veren biri Sayın Sibel Söylemez.
Birkaç gün önce AK Parti kurucu ilçe başkanımız önceki dönem Toroslar ve MBB meclis üyesi Sayın Erhan Çontar Bey’in merhum annesi adına oluşturulan taziye yerinde karşılaştık.
‘’ Tebessüm, kana karışan en hızlı ve en etkili ilaçtır.’’ derler. Bu sözün gereği olsa gerek her zamanki samimiyeti ve tebessümü üzerindeydi. Oradaki her kesimden her partiliden katılımcılar ilgiyle karşıladı Sayın Söylemez’i…
Tabi Sayın Söylemez’de ellerini sıkarak mütemadiyen karşılık verdi oradaki tüm katılımcılara tek tek…
Birlikte oturduğumuz farklı siyasi görüşten bazı insanlar kendi aralarında fısıldayarak konuşurken ‘’ partilisinin yanında olmasından kısaca partilisine olan ahde vefasından kişilik olarak mütevaziliğinden’’ bahsedip durdular dakikalarca…
Konuşulan şey bir ‘’ Ahde Vefa’’ örneğiydi. Yani iyi günde kötü günde parti emekçisinin yanında olması yıllarca verdiği emekler karşısında bir nevi sadakatini gösterme ritüeliydi aslında.
‘’ Körün gözü açıldığında yaptığı ilk şey, yıllarca destek aldığı bastonunu kırmakmış’’ sözü gereği bizim oylarımızla seçilip parlamentoya gönderdiğimiz bazı vekiller bunun idrakinde olamasalar da Vekil Söylemez gibi ahde vefa sahibi birinin bunun idrakinde olarak orada bir parti emekçisinin yanında olması şahsiyetli bir davranıştı. Ve oradaki herkesin gönlünde tahtına oturdu.
Avukat Havva Sibel Söylemez vekilimizin 5 Nisan Dünya Avukatlar gününü kutluyorum.
Allah selamet versin, yolunu bahtını açık etsin!
Taklit, aslını yüceltir!
Ancak taklidi dahi olamayacak taklidinin yanından dahi geçemeyecek biri için aslını kıyaslamak sadece lafı güzaf olur.
Zira neyi ‘’ Tekrar edersen onu yüceltir, büyütürsün!’’
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde okuduğu bir şiir yüzünden cezaevine girmesi ile bu günlerde yolsuzluk soruşturması nedeniyle cezaevine giren İmamoğlu kıyaslaması ve buradan bir ‘’ kahraman’’ çıkartılmaya çalışılması akıl alır gibi değil.
Erdoğan’ın siyasi yürüyüşü, döneminin ‘’zencisi’’ kabul edilen muhafazakâr mütedeyyin mazlumlar, mağdurlar, ezilenler istikametinde ‘’ fikir ve inanç’’ özgürlüğü temelinde şekillenirken İmamoğlu’nun yürüyüşü tüm bunların tersine ‘’kendi siyasi ve dünyevi’’ hedefleri üzerine istikamet çizmiştir.
Erdoğan, sosyal ve ekonomik açıdan ezilmişlerinin, ötekileştirilmişlerin yürüdüğü çetin ve çileli yol güzergahında risk alınarak büyük bedeller ödenen çok yönlü kuşatıcı bir mücadelenin önderi olmuştur her zaman.
Bugün geçmiş siyasal yöneticilerden farklı olarak halkı için ‘’ her yönlü farklı mücadeleci gücün’’ öncüsüdür Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Kısaca daha önce hiç olmadığı kadar halk için halka dönük siyasetinin mimarıdır.
İmamoğlu cephesinden bakıldığında hangi haklı talebin kendi iç mücadelesini yapmıştır ki Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir tutulsun aynı menzilin yolcusu aynı parkurun koşucusu olsunlar.
Altı yıllık belediye başkanlığı sürecinde kendisi için sadece pozisyonel ve statü siyaseti yapan, kendisine verilen Belediye Başkanlığı görevini dahi layıkıyla yapamayan birini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a benzetmek ya akıl tutulmasıyla izah edilebilir ya da boş ve planlı bir projenin dışa vurumu olduğu söylenebilir.
Bu ancak gerçek ‘’ lider’’ profilinin kitle ve siyaset üzerindeki etki gücünün hafife alındığının dışa vurumudur.
Altı boş argümanlarla veya yolsuzluk, usulsüzlük gibi mide bulandırıcı hadiselerle anılmak kalıcı bir siyasal menkıbe, büyük bir politik hikâye yazmak mümkün olamayacağı ortada iken bu gibi şeyler ancak ‘’ toplumsal zemini enfekte etmekten’’ öte fayda sağlamaz.
Çünkü ‘’siyasal hamaset’’ üreten bu tür sığ politikalar lider olma çerçevesinde uzun soluklu bir birliktelik, halkla ciddi bir muhabbet üretmez dolayısıyla lider-seçmen ilişkisinde uzun vadeli bir fedakârlık veya birliktelik ilişkisi oluşturamaz.
Gelinen noktada siyaset yapış tarzları farklı toplum nezdinde karşılıkları farklı, liderlik özellikleri ise temelden farklı iki pozisyon ve taban tabana zıt iki kişi arasında liderlik perspektifinden bir benzerlik kurmak sadece ‘’ obsesif kompulsif’’ yani takıntılı kişilik bozukluğunun getirdiği bir rol kapma çabası ve siyasal mühendislik gayretinden öte bir şey değildir.
Bu millet masa başı kurgularını çok iyi gören yeri geldiğinde cevabını sandıkta veren bir tecrübeye sahiptir.
Terör ve yolsuzluk soruşturmalarını hukuk ve güvenlik açısından değerlendirmeyip kendi siyasi ajandaları için kullanışlı bir enstrüman olarak görüp siyasal mühendislik planlarının halkta karşılık bulacağını düşünmek siyaseti bilmemektir.
Gelinen noktada İmamoğlu’nun irtikap, rüşvet ve yolsuzluk iddiasıyla ortaya çıkarttığı durum yetmiyormuş gibi birde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile kıyaslama yapılarak ‘’itibar yolsuzluğuna’’ dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
İmamoğlu’nun lisans diploması, uygunsuz yatay geçişten dolayı diplomayı veren kurum statüsüyle yine İstanbul Üniversitesince iptal edildi.
Sadece İmamoğlu’nun değil onunla birlikte 28 kişi o dönemde birlikte geçiş yaptığı kişilerinde diploması iptal edildi.
O dönemde diploması iptal edilen kişiler listesine bakıldığında hemen hemen tamamı bugün ülkenin önemli aile şirketlerinde tıpkı İmamoğlu gibi ya zengin kişilerin çocukları yada aile şirketlerinde üst yönetici seviyesinde kişiler.
Hatta aralarında ünlü profesörler, iş adamları dahi var. Hatta geçenlerden birisinin babası da hülle geçiş yaptığı İstanbul Üniversitesinde o dönemde bu üniversitenin yönetim kurulu üyesiymiş.
O dönemde Girne Amerikan Üniversitesi, ÖSYM’de başarılı olamayan zengin çocuklarının sırf diploma sahibi olmak için kendilerini Kıbrıs’a attıkları bir üniversite…
Bazıları bunu düşünse de kendilerini uyanık sayan İmamoğlu’nun da dahil olduğu bazıları ‘’ bir yolunu bulup hülle geçişle ‘’ Türkiye’de iyi ve başarılı bir üniversiteye kendimi atarım düşüncesiyle Kıbrıs’a gidenlerden…
Uyanıklık, para ve imtiyaz sahibi olmakla birleşince Doğu Akdeniz Üniversitesi üzerinden İstanbul Üniversitesi ayarlanabiliniyor, olmaz şeyler olabiliyor yapılamaz şeyler yapılabiliniyor.
Düşünün ki Türkiye’de girdiğiniz ÖSYM sınavında başarılı olamıyor 375 puan alarak hiç bir üniversiteye giremiyorsunuz. O yıl 1989’da ara vermeden baba parasıyla Kıbrıs’ta paralı Girne Amerikan Üniversitesine başlıyorsunuz. 1 yıl sonra 1990’da Türkiye’nin üniversite olarak tanımadığı bu üniversiteyi ‘’zıplama tahtası’’ olarak kullanmak isterken birileri bu tahtanın onu İstanbul’a atacak esneklikte olmadığını ifade etmiş olsa ki zıplama tahtası olarak başka bir üniversite yine KKTC’de ki ” Doğu Akdeniz Üniversitesi üzerinden’‘ evrak düzenleyerek o dönem birçok gencin gençliğini ve yıllarını feda ederek 490-505 puan aralığında %1’lik başarı dilimiyle ancak girebildiği İstanbul Üniversitesine havadan indirme yapıyorsunuz.
Diploma iptalinin haklı haksız olduğu üzerinde tartışırken birden karşımıza başka usulsüzlükler çıkıyor.
Dönüp bakıyorsunuz arkasından yolsuzluk, irtikap, rüşvet iddialarının ardı arkası kesilmiyor.
Tanık ifadeleri çıktıkça yolsuzluk rüşvet, irtikap ve ihaleye fesat karıştırma gibi yeni yeni gündemler kamuoyunu sarsmaya devam ediyor.
Düşünsenize Bakırköy’ün ünlü bir alışveriş merkezi CAPACITY AVM’den işletmesinin otopark ruhsat karşılığından İmamoğlu’nun danışmanı Ertan Yıldız aracılığı ile 5 milyon Euro rüşvet isteniyor.
Gerekçe olarak 15 yıldır yeterince kazanıldığı 5 milyon Euro verilmezse AVM için depreme dayanıksız olduğu yönünde encümen kararı çıkartırız tehdidinde bulunduğu verilmeyince AVM’ye 197 milyon lira ceza kesildiği iddiası ortaya çıkıyor.
Bunlar sorgulanırken başka bir iddia gündemi sarsmaya devam ediyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 28 Şubat’ta işletmeler müdürlüğü aracılığıyla, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 21/B maddesine dayanarak pazarlık usulüyle şerbetli tatlı ihalesine çıkıyor.
4734 sayılı kanunun 21/B maddesine göre; ‘’Doğal afet, yangın, sel, hastalık’’ gibi olağanüstü durumlarda başvurulan ve aciliyet gerektirecek durumlarda uygulanması gereken madde olmasına rağmen yapılan iş acil durum kapsamında ilan edilerek çıkılan pazarlık usulü ihaleye göre İBB’nin 95 milyon liraya her nasılsa Muş’taki bir işletmeden şerbetli tatlı satın aldığı iddiası ortaya çıkıyor.
Uygulanması gereken ihale usulü, ya ilgili ihale kanunun 19 ve 20.maddesi gereği açık ihale veya belli istekliler arasında ihale usulü, eğer buradan teklif çıkmaması durumunda 21/b ihale usulünün uygulanması gerekirken bu ihale usulleri devre dışı bırakılarak doğrudan 21/b maddesi uygulanıyor ve doğrudan ‘’ adrese teslim’’ bir şaibeli ihale süreci yaşanıyor.
İmamoğlu cephesinde her şey o kadar kokuşmuş ki nereye dokunsanız eliniz kirleniyor nereye el atsanız elinizde kalıyor.
Çorap söküğü gibi gelmeye devam eden bu pis kokular ortalığa yayılıverince insan düşünüyor, sanki kanalizasyon patladı diyorsunuz.
Genetik faktörün karaktersizlik olarak dışa vurumu, ahlaksızlığın davranışsal etkisi bir duruşu olmayan amorf insan tipolojisini ifade eder.
Özellikle siyasette muktedir olabilme iştahı, yapılan işin legal veya illegal olup olmadığına bakılmaksızın ‘’ben yaptım oldu’’ metaforu ile hem kişisel hem de siyasal ahlakının önüne geçebiliyor.
İşin garip tarafı bu rahatlık sadece toplumsal yaşamımızda değil siyasal mecrada da çok da fazla umursanmıyor.
Maalesef her şeyimizi çevreleyen ve sıradanlaşan bir toplumsal yozlaşma hâkim.
Yozlaşma bugünün meselesi değil aslında geçmişte de farklı değildi. Geçmişin bugünden farkı her şey gizli kapaklıydı.
Bugün sosyal medya ve dijital iletişim araçları her şeyimizi teşhir eden bir konjonktürü sağladığı için yapmak istediğin iş ne gizli kalabiliyor ne de seni hak etmediğin yerlere taşıyabiliyor.
Geçmişte birçok şey fiziki olarak depolandığı için istenildiğinde sümen altı yapılabiliyor veya istenilmediğinde imha edilebiliniyor hatta evrakta sahtecilikle değiştirilebiliniyordu.
Araştırsanız geçmişten bugüne sahtecilikle elde edilmiş belki on binlerce işe giriş diplomaları bu sayede elde edilmiş haksız unvanlar bulabilirsiniz.
Son zamanlarda CHP’nin tek adayı olmasına rağmen sanki çoklu adayla seçime gidiliyormuş gibi şehir şehir gezip üyelerden sözde destek isteyen alengirli işlerin adamı İmamoğlu ’da ‘’ hülle geçişle’’ bu işin kaymağını yiyenlerden…
Ortada erken bir seçim olmamasına rağmen 2,5 yıl önce ortaya çıkıp kendini seçim sathına atmasının nedeni ana muhalefetin adayı olarak ortaya çıkarsam diplomamla ilgili sorunu vatandaş nezdinde ‘’ mağduriyet algısı’’ ile yargı üzerinde baskı yaratarak bertaraf edebilirim düşüncesi olduğu neredeyse ortada.
Gelinen noktada İmamoğlu’nun diploma meselesi ile ilgili konu gizemini korurken süreç yerli dizi kıvamında “despot bir iktidar ve mağdur bir siyasetçi “ format ve tadında devam ediyor.
Aslında İmamoğlu’nun peçete yetiştirilemeyen terleme klişesi, geçmişte sınavlarda çalışmadan elde ettiği öğrencilik kariyeri gerekse iş yaşamında babadan gelen çaba harcamadan servetin üzerine oturmanın kısaca terlemeden elde edilen kariyerin sonucu olduğunu düşünüyorum.
Nasıl olsa babada para çuval. Siyasetçi tanıdıklar da var. Hak hukuk gözetmiyorsan böyle şeylerde bezin yoksa niye terleyeceksin ki gariban çocukların ter akıttığı sınavlarda. Nasıl olsa ileride havada ikmal yapabileceğin ekonomik gücün, bu sayede yerleşebileceğin bir sürü iyi üniversiteler var elinin altında.
2 yıl sonra sıradan teneke bir üniversiteyi atlama tahtası olarak kullanır ve Türkiye’nin en köklü en yüksek puanla alan üniversitesine İstanbul Üniversitesine zıplayıverirsin. Denklikmiş, kuralmış, hakmış, ahlaksızlıkmış kimin umurunda.
Gelinen noktada üniversite diplomasını, “sızıntı” ile haksız ve hukuksuz şekilde İstanbul Üniversitesi’ne akışkan bir civa misali “sızarak” elde eden İmamoğlu, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ne belediyenin bütçesini halkın parasını kullanarak elde ettiği CHP’nin cumhurbaşkanı adaylığı ile diploması iptal edilmezse ‘’yapay mağduriyeti’’ kullanarak belki de cumhurbaşkanı olacak.
Şimdi soruyorum size…
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti, böyle birine layık mı?
Unutmayalım; ‘’ eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz!’’
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.