27 Kasım 2024 Çarşamba
Tartışmasız bu ülkenin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk.
Ve tartışmasız hepimiz ona vefa borçluyuz. Mustafa Kemal büyük liderdir buda tartışmasızdır. Ancak Atatürk’ten daha büyük olan ise Türk Milleti’nin hükmi şahsiyetidir. Ve tüm kişi, kuruluş ve kurumların üzerindedir.
Hunlarla başlayıp Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar 2200 yıllık bir resmi tarihi ve bilinen 16 Türk devletinin kurucu unsurunu temsil eder Türk Milleti.
Kişi, kurum ve her türlü gerçek ve hükmi şahsiyetlerin üzerinde olan sadece büyük Türk Milleti’nin hükmi şahsiyetidir. Mustafa Kemal, ebedi başkomutan; Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugünün başkomutanı; Türk askeri ise ölümlü hiçbir şahsiyetin değil baki olan ve baki kalacak olan büyük Türk Milleti’nin askeridir ve yalnızca büyük Türk Milleti’ne hizmet eder.
Bunu başköşeye koyduk. Gelelim teğmenler meselesine…
Günlerdir teğmenler konusu tartışılıyor. Milli Savunma Bakanlığı’nın (MSB) en son yaptığı açıklamayla mesele çok daha net anlaşılmıştır. Söz konusu açıklamada;
“Kara Harp Okulu Sancak Devir Teslim ve Mezuniyet Töreni öncesi bazı öğrenciler, yönergede yapılan değişiklikle kaldırılan metni okumak istediklerini amirlerine defalarca iletmiş, bunun mümkün olmadığı ise kendilerine defaatle tebliğ edilmiştir. Törenin sona ermesinin ardından dönem birincisi tarafından teğmenlerin törenin icra edildiği sahada toplanmaları anons edilmiş, ailelerin alandan dışarı çıkmaları istenmiş, basın mensupları tören alanına davet edilmiştir.
Kılıç çatma esnasında emirlerin hilafında kaldırılan metnin okunacağından sadece eylemi organize eden teğmenlerin bilgisinin olduğu, teğmenlerin büyük çoğunluğunun sadece kılıç çatılacağı düşüncesi ile toplandıkları, misafir asker personelin de olay yerine gelmelerinin bu düşünceyi teyit ettiği, yapılan eylemin mezun olmanın sevinciyle anlık gelişen bir durum olmadığı, ‘’önceden planlanarak organize edildiği’’, bazı öğrencilerin ısrarlı taleplerine rağmen bahse konu disiplinsizliğe karşı amirlerin tören öncesinde gerekli tedbirleri almadıkları ve eylem esnasında müdahalede bulunmadıkları tespit edilmiştir” denilmektedir.
Eylemi organize eden teğmenler ile kastı, kusuru, ihmali veya sorumluluğu olan diğer personelin TSK Disiplin Kanunu kapsamında Yüksek Disiplin Kurulu’na sevklerine yönelik işlem başlatıldığı belirtilerek açıklamada şu hususlara da değinilmiştir;
“İsnat edilen suç, kılıç çatmak veya ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ demek değil, amirlerin ikazlarına rağmen kasıtlı, organize ve planlı bir disiplinsizlik yapmaktır. Olaya ilişkin yapılan inceleme ve soruşturmanın okunan metinle veya içeriğiyle bir ilgisi yoktur. Yemin metnini okuyan onlarca teğmenden sadece eylemi organize edenlerin yüksek disiplin kuruluna sevklerine yönelik sürecin başlatılması bunun en büyük göstergesidir. Burada önemli olan, içerik ne olursa olsun disiplin sürecinin her zaman aynı şekilde işletilecek ve disiplinden asla taviz verilmeyecek olmasıdır. Söz konusu eylem, amirlerin izni olmadan, grup halinde organize edilmiş, basın davet edilerek eylemin bilinmesi istenmiş ve emir-komuta zinciri devre dışı bırakılmıştır. Bu, askeri hiyerarşi için kabul edilemez bir durumdur. Bunun görmezden gelinmesi mümkün değildir.
Disiplinsizliğin ‘ama’sı, ‘lakin’i, ‘fakat’ı olmaz, olamaz, olmamalıdır. Olaya karışanların genç olmaları, daha önce disiplin cezası almamış olmaları, başarılı olmaları, okunan metnin daha önce yürürlükte olması gibi gerekçeler disiplinsizlik gerçeğini değiştirmez. Sıralı amirlerin emirlerine rağmen yapılan bu tür eylemler hiyerarşiye saygısızlığın yayılmasına ve astların üstlere karşı saygı ve güveninin azalmasına, itaatsizliğin normalleşmesine neden olur. Ebedi Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de ifade ettiği gibi ‘disiplin olmazsa ordular sevk edilemez’. TSK’nın milli, manevi ve mesleki değerleri bir bütündür. Ortak değerimiz olan Atatürk üzerinden bir ayrışma algısı yaratacak tavır ve davranışlar kabul edilemez, denilerek bu kapsamlı açıklamayla bu eylemden siyasi çıkar devşirmeye çalışanlara net cevap verilmiş oluyor.
Ancak burada bazı soruların cevabını aramak gerekiyor.
-Bu vakayı organize edenler nasıl olur da bunun bir disiplin ve siyasi sonuç üreteceğini bilmezler?
-Veya ısrarla basın çağrılarak kamuoyuna duyurulması isteğinin nedeni nedir?
-Her şeyi göze alınarak bu eylemdeki ısrar nedendir?
-Dönem birincisi olan bir teğmen nasıl olurda bunun disiplinlik konusu olacağına bilmez? –
-Veya biliyorsa bunu neden göze alır?
İşte bu soruların cevapları son derce önemlidir.
Bu soruşturma neticesinde bir cezasızlık algısı yaratılırsa bunun sonuçları disiplini ile öne çıkan Türk ordusunda ciddi bir rehavete kapı aralar. Buda darbe ve darbe tehditlerini yine olağanlaştırır.
Bu disiplinsizliği yapan cezasızlıkla karşılaşırsa bir gün gelir koşullar olgunlaştığında darbeyi düşünür.
Zira bu ülke; düne kadar olağan hale gelen darbeden, darbe girişimleri ve e-muhtıralardan çok çekti.
Yörük Beyi yazdı…
ABD’nin yeni başkanı Trump, 20 Ocak’ta görevi devralmadan Suriye’ye acil bir operasyonun yapılması gerekiyor.
Ve bu operasyon yapılmaz ise ülke güvenliğimiz bir tehdit olgusu üzerinden ciddi bir beka sorunu yaşayacağı neredeyse ortada.
Dolayısıyla Türkiye için Suriye’nin kuzeyine, Ayn-el Arap ve Kamışlı bölgesindeki PKK/PYD terör koridorunun 35 km. güneye atılması bu hattın muhaliflerin elindeki bölgeler ile bütünleştirilmesi için bu operasyon kaçınılmaz görünüyor.
Bu operasyon daha önce yaptığımız Fırat kalkanı, Barış pınarı ve Zeytin dalı operasyonlarında olduğu gibi yeni bir Suriye operasyonu, yüzlerce yıl beka sorunu oluşturabilecek koşulların daha şimdiden ortadan kaldırılmasına yönelik atılacak adımlar için hayati öneme sahip.
Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin yeni milli güvenlik konseptinin ana temasını 2016 darbe girişimi sonrasında ulusal güvenliğimizi tehlikeye atacak her türlü girişimlerin sadece sınırlarımız içinde değil sınırlarımız dışında da yapılabileceği yönünde yeniden güncellemişti.
Burada güncellenen şeyin kısaca, dışarıdan sızarak gelen terör unsurlarıyla sınırlarımız içinde defansif mücadele anlayışıyla sadece bekleyerek mücadele yerine bataklığın sebep olduğu sineklerle bataklığı kurutarak kökten çözmek şeklinde algılamak ve anlamak gerekiyor.
ABD’nin yeni seçilen Başkanı Trump, 20 Ocak’ta görevi eski Başkan Biden’den devralıyor. Trump’ın oluşturmaya çalıştığı yeni kabineye bakıldığında yine en makulünün Trump olması dikkat çekiyor.
İşte bundan dolayıdır ki vakit kaybetmeden yeni bir operasyonla Suriye’nin kuzeyindeki ‘’ Ayn-el Arap(Kobani) ve Rusya’nın PKK/YPK ile birlikte kontrol ettiği Kamışlı bölgesine’’ müdahale ve Suriye Milli Ordusunun kontrolündeki bölgeler ile entegrasyonu yani birleştirilmesi bütünleştirilmesi kaçınılmaz görünüyor.
Peki bu operasyon neden aciliyet gerektiriyor?
Birincisi ABD’nin yeni başkanı Trump’ın kabinesinin neredeyse tamamı İsrail yanlısı aynı zamanda neocon( yeni muhafazakar) ve 90 milyonluk evanjelist ( Hristiyan Siyonist) ekipten oluşması ‘’ şahin politika’’ tarzıyla PKK/PYD’ye çekmek bir yana kalıcı desteği ile ülkemizi gelecek dört yıl ve sonrası yeni 4 yılda ciddi bir ekonomik, siyasi ve askeri konseptte zorlama riskini ortaya çıkartıyor.
İkincisi eğer bu operasyon şimdi yapılamazsa ‘’ Narsist ve oldu bittici Trump ve kabinesi’’ PYD terör oluşumunu devlet olarak tanır ve ‘’ güvenlik işbirliği’’ yaparsa arkasından ABD’nin NATO kalkanıyla koruduğu AB’de bu terör devletini hızlı bir şekilde tanıma konseptini hayata geçirmesi kaçınılmaz olur.
Üçüncüsü ise İsrail’e, düşünülen bu terör devleti oluşumu ile Türkiye, İran ve Irak coğrafyasına kadar bir koridor açılmış olur. Bu durumda Türkiye sadece PKK/PYD terör oluşumu ile değil aynı zamanda İsrail’in sınır komşusu pozisyonuyla İsrail ile sitti sene enerjisini tüketmek zorunda bırakılır.
İşte bunun içindir ki Suriye operasyonu şimdi yapılmaz ise 20 Ocak’tan sonra çok daha zor bir sürece gireceğimiz neredeyse ortada.
Türkiye olarak emperyalist ABD ve şürekası AB’nin amacını çok iyi biliyoruz.
ABD’nin amacı İsrail ile 1948’den bu yana nasıl Arap coğrafyasını kontrol ediyorsa 20 Ocak’tan sonraki süreçte PKK/PYD terör devleti oluşumu ile de Suriye, Irak, İran, Türkiye ve daha kuzeyde Rusya’yı kontrol etmektir.
Bu sebepledir ki Türkiye olarak ABD ve İsrail’in bu senaryosunun hayata geçmesine bu terör devlet rüyasının gerçekleşmesine her ne olursa olsun fırsat vermemek gerekiyor.
Zira 2 ay sonra yapacağımız bir operasyon ile beka meselemizi tehdit altına sokmuş bir çok şeyde çok ama çok geç kalmış olabiliriz.
Yeni Başkan Donald Trump, yeni güvenlik kabinesiyle ABD’yi ya ihya edecek yada imha edecek Başkan olarak tarihe geçecek.
Bir siyasal analist bir stratejist olarak öngörülerim ve çözümlemelerim bana bunu söylüyor.
Yörük Beyi Yazdı…
Edep sahibi kimse yediği tokadın sahibini değil sebebini ararmış.
Ana muhalefetin genel başkanı, görevden alınıp yerine kayyım atanan belediye başkanları için acaba niçin görevden alınıyor, bunu sormak veya sorgulamak yerine Türk devletini etkisizleştirme veya bölmek çabasında olanlara karşı devleti koruyan hükümeti suçlayarak yine hedef şaşırtıyor.
Kent uzlaşısı adı altında ana muhalefet olarak kendilerine dayatılan ve bu yolla meşruiyet kazandırılmaya çalışılan terörle iltisaklı belediye başkan adaylarının ‘’ terör şeceresini’’ sorgulatmak ve buna göre aday sahiplenilme iradesi ortaya koymak yerine bunu yok sayıp suçu iktidara atarak bu sorunlu siyasi oluşumu aklama ve temize çıkarma, kraldan fazla kralcı olma çabası her fırsatta Türkiye Cumhuriyetini inşa ettiğini ifade eden bir kurucu partiye yakışıyor mu?
Maalesef ülkeyi inşa eden bir kadronun siyasi altsoyunun ülkeyi ne hale getirdiğini çok değil 15 yıl önce söylemiş olsalardı muhtemelen gülüp geçer ciddiye almazdık. Ancak geldiğimiz düzlemde olmaz olamaz derken bu da oldu ve ana muhalefet, siyasal hedefler uğruna iktidar olma kaygısıyla son 15 yıldır ülkenin kuruluş felsefesinin dinamiklerini dinamitleme sürecine kapı aralamaya devam ediyor.
Düşünebiliyor musunuz?
40 yıldır bu ülkeyi kan gölüne çeviren etnik farklılık gözetmeden insanlarını inim inim inleten terör örgütünün siyasal uzantısına çok uzun süredir ısrarla ‘’politik sahayı legalize’’ etme görevden alınan terörle iltisaklı belediye başkanlarını ‘’masumlaştırarak’’ romantize etme çabası içinde olan bir ana muhalefet partisini dünyanın neresinde görebilirsiniz?
Maalesef bu ülkede, terörden beslenen bir illegaliteyi, sürece matuf olağanlaştırma, olgunlaştırma ve meşrulaştırma çabasında olan illegaliteye alan açma stratejisi ile ‘’İÇ İŞGALE’’ kapı aralayan parti ve siyasetçi sorunumuz var.
Zira ülkemiz, dünyada terörün en acımasızını yaşayan tek ülke…
Kuzey İrlanda’nın İngiltere’den bağımsızlığını savunan 2005’te silah bırakan IRA ve Bask bölgesinin İspanya’dan ayrılmasının savunan 2011’de silahlı mücadeleye son veren ETA gibi terör örgütleri dahil dünyada kendi ülke insanına bu kadar çok zayiat veren ikinci bir ülke neredeyse yok.
On binlerce asker, sivil hatta kundaktaki bebekleri dahil tam 40 bin insanının ocağına ateş düşüren terör örgütü ve fürüğlarına karşı bu ülkenin ana muhalefeti bir ‘’ millilik’’ sınavı veriyor. Dünyada, terörle iç içe olup da teröre bu kadar çok alan açan veya açma çabası içinde olan başka bir ülke ana muhalefeti de yoktur sanıyorum.
Aslında bunun ne tehlikeli bir çaba olduğunu ‘’terör siyasetini’’ meşrulaştırmanın politik zemini enfekte ederken bir zaman sonra bu çabanın ‘’siyasal zihinlerdeki meşruiyet algısını’’ dolayısıyla siyasette terör algısını ‘’olağanlaştırabileceğini’’ öngörememek ya akıl tutulmasıyla ya da açık ve planlı bir kurgunun ‘’siyasal hedefler uğruna feda edilmesiyle’’ açıklanabilir.
Açıkça terör örgütüyle bağını inkâr etmeyen bunu her fırsatta vurgulayan bir siyasal partinin, bu çabalarını görmezden gelen ana muhalefetin ‘’kendi meşruiyetinin gölgesi altında’’ bu asit üreten siyasal hedefleri meşrulaştırma çabası Türk siyasetinin nereden nerelere geldiğinin bilinmesi bakımından önemlidir.
Özellikle bu ülkenin kurucu unsuru olduğunu her fırsatta hatırlatan ana muhalefetin bu ülkenin ‘’ millet, bayrak ve özellikle vatan’’ gibi kurucu değerlerini dinamitleme çabasında olanları görmezden gelmek bir yana siyasal zemini dar etmesi gerekiyor mu?
Misal, İspanya’daki ETA terör örgütünün uzantısı Batasuna partisinin, ETA terörünü kınamadığı için kapatıldığını ve bu partinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yaptığı itirazın mahkemece reddedilerek kapatılmasını yerinde bulduğunu hatırlatmaya gerek yok sanıyorum.
ETA terör örgütü 2011’de kendini feshedene kadar katlettiği insan sayısı sadece 800 iken, IRA terör örgütünün 2005’te kendisini feshedene kadar katlettiği insan sayısı 3200 civarında. PKK terör örgütünün katlettiği asker, sivil yanında ocaklarına ateş düşürdüğü insan sayısı bu iki örgütün katlettiği toplam insan sayısının 10 katı yani 40 binlerde olduğunu unutmayalım.
Dünyada ileri demokraside olsa hiçbir ülke yoktur ki herhangi bir terör örgütüyle bağlantısı olup da onun siyasal zeminde yaşamasına izin versin veya siyasal zemini zehirlemesine enfekte çabalarına alan açsın!
Bu partinin, biz terör bağımızı reddetmiyoruz, ‘’ bizi bu şekilde kabul etmek zorundasınız’’ dayatması ve zaman içinde bölünme fikrinin siyasal sistemin bir parçası olmasını ve bu söylemin gelecekte ülkenin bütünlüğünün sorgulamasına alan açma, terörün hedeflerini olağanlaştırma, olgunlaştırma ve meşruiyet kazandırma çabaları olarak anlamak gerekiyor.
İktidar olma hevesi uğruna Esenyurt-Batman-Mardin-Halfeti hattında siyasal hedefleriniz için siyasal peyzaj çabası dizayn etmek yerine ülkenin kuruluş felsefesi olarak ağzınıza hep pelesenk ettiğiniz ‘’milli siyaset’’ çağrısına dönün ve yakın zamanda kaçınılmaz görünen içinizden çıkacak yeni bir ulusalcı partinin doğumunun önüne geçin!
YÖRÜK BEYİ YAZDI…
Türkiye Cumhuriyeti, 3 kıtada hüküm süren Batı’da Adriyatik’ten Asya’da Ortadoğu, Hicaz ve Yemen coğrafyasına, Kuzey Afrika ve Çad’a kadar uzanan Kanuni döneminde 14 milyon km.ye varan en geniş coğrafi sınırı ile cihan imparatorluğu Osmanlı’nın, ondan önceki 14 Türk devleti ve devletlerinin halefi olan bir ülke olması potansiyeli ile dünyanın en köklü birkaç devletinden birisidir.
Neredeyse 200 yıldır uyuyan bu kadim devleti Batı, gerek ekonomik menşeili yaptırımlar gerekse terör odaklarını üzerimize salarak öyle çok sınadı ki sonunda uyuyan devi uyandırdılar.
Birçok alanda özellikle savunma sanayinin de olağanüstü büyük dönüşümler yaşadık. Savunma sanayinde büyük dönüşüm yaşamamızın nedeni Batı’nın bizi hadım etme bölgesinde etkisizleştirme kendilerine biat etme stratejisinin bir parçası olmamızı istemesindendi.
İşte batının bu biat ettirme çabasının sonucu yerli ve milli savunma sanayi şirketlerimizin doğumuna kapı araladı. Bu yerli ve milli savunma sanayi şirketlerinden birisi de TUSAŞ’dır.
TUSAŞ, stratejik bir kurum olarak 5. nesil milli muharip uçağımız KAAN başta olmak üzere savunma ve taarruz gücümüze stratejik hedefler ortaya koyan, üreten bir yapı olması yönüyle milli gururumuz. Ancak bugün elde ettiğimiz savunma sanayi gücümüze kolay ulaşmadık.
Maalesef stratejik bir kurum olan TUŞAS’a yapılan terör saldırısında beş canımızı kaybettik.
Millet olarak bu stratejik kurumda çalışan kolay yetişmeyen canlarımızın için hep birlikte göz yaşı döktük şehitlerimizi bağrımıza bastık.
Genel bir psikolojik kural vardır. Bir insanı hep aşağılarsan, bir zaman sonra o insan kendini değersiz, küçük görür, kendinin değersiz olduğunu düşünür.
İnsanların oluşturduğu toplumlarda böyledir. Toplumların kendisini küçük görmesinin nedeni; kendine sürekli dayatılan yapamazsın, beceremezsin tekrarı karşısında bir zaman sonra bunun böyle olduğuna inanması, öğrenilmiş hatta kanıksanmış çaresizliğe mahkûm edilmesidir.
Belki de bu durumun nedenini son iki yüz yıl içerisindeki kuşatılmışlığımıza bağlı ‘’ öğrenilmiş çaresizliğin ‘’ dayatılması psikolojik tabirle ‘’ majör depresyon’’ hali bir durumun millet olarak zihin ve ruh dünyamızda bize yaşattığı sürekli bir ümitsizlik veya çaresizlik sendromuna bağlı gelişen bir düşünce tarzının algılarımızda yarattığı izdüşüm olarak da düşünebilmek mümkün.
Zira neyi; ‘’ tekrarlarsan onu büyütür, devleştirirsin.’’
Düşündürmeden sürekli tekrarlatılan söylemler zaman içinde ‘’papağan refleksi’’ ile bir otomasyona dönüşür ve bir şeyler yapmadan, üretmeden sadece bir eksiği veya bir hatayı düzeltme çabasıyla geçer ömrünüz.
Dediğim gibi millet olarak bizi öyle çok sınadılar, öyle çok zorladılar ki, ‘’ sonunda uyuyan bir devi uyandırdılar.’’
Elbette bize yaşatılanlarla gerçekleri yaşaya yaşaya bu anlayış zamanla tuzla buz oldu. Sonuç iki asır süren bu sünepeliğin ters yüz edilmesi sonucunu doğurdu.
Yıllarca başkalarının eline baktık. Son iki yüzyıl içerisinde bir şeyler yapma çabasında olan büyüklerimiz oldu ancak onlarda devleti geliştirmek ve büyütmek yerine kuşatılan bu ülkeyi dahada geriye götürmemek adına elinden gelenin belki en iyisini yapmaya çalıştı fakat küçülmenin önüne geçemediler, son olarak 14 milyon k2.den kala kala elimizde 780 bin km2.lik toprağımız kaldı.
Çünkü devletlerde insanlar gibidir. Yaşadıkları tecrübeler nispetinde olgunlaşır.
ABD ve Batı’nın paramızla bize silah vermede hep şamar oğlanı gibi davranması dayatılan tembihler listesi ile çaresizlik karşısında neler yapabilirizi öğretti. Bu kadim ve köklü millet öyle tecrübeler yaşadı ki artık kimseden akıl almaya ihtiyacı kalmadı. Çünkü bize akıl verecek olanın devlet tecrübesinin bizden daha eski olması ve bizden çok daha fazla şeyler yaşaması gerekiyordu.
Ülke artık kimseye ihtiyaç duymadan her alanda kendini sürekli geliştirirken daha ileriye daha büyük adımlar atıyoruz.
Koşar adımlarla ‘’ kızıl elma’’ için mesafe almaya çalışırken çelme takmaya çalışanlar çıkacak elbet. Bunu kimi zaman ekonomik ve askeri yaptırımlarla kimin zaman terör odaklarını kullanarak yapacaklar. Ancak biz hep ‘’ kızıl elmaya hey kızıl elmaya’’ diyecek daha çok çalışacak daha çok üreterek yolumuzdan dönmeyeceğiz.
TUSAŞ şehitlerimize Allah’tan rahmet; ailelerine ve Türk Milleti’ne sabır ve başsağlığı, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
YÖRÜK BEYİ YAZDI…
Coğrafyamızın etrafı tam bir ateş çemberi…
Hemen güneyimizde Kuzey Suriye’de ABD güdümünde bir terör devleti inşa edilmeye çalışılıyor.
Irak, ABD tarafından Saddam bahane edilerek istikrarsızlaştırılmış ve üç parçaya bölünmüş ortada rüştünü ispat edecek bir devlet karakteri neredeyse yok.
Ve İran ‘’ Şii yayılmacılığı’’ ile bölgeyi istikrarsızlaştırdığı gibi ülkemiz içinde zayıf bulduğu an çökebileceği tehlike oluşturabileceği bir potansiyele sahip.
Coğrafyalar, ülkeleri jeo-stratejik ve jeo-politik önemi ölçüsünde bölgesel ve küresel tehditlere de açık hale getirir.
İşte ülkemizde bu konum özellikleri yönüyle önemi ölçüsünde tehdit barındıran tehlikelere açık hale gelen bir coğrafi özelliğe sahip bir ülke.
Bu tarihin en eski kadim coğrafyasın da ayakta hatta hayatta kalmak ülke olarak kendinize bir yaşama alanı bulmak istiyorsanız güçlü olmak her daim güçlü kalmak zorundasınız. Yoksa emperyalist sırtlanların tezgahına düşer onlara ve artıklarıyla beslenen leşçillerine yem olursunuz.
Bu coğrafya gerek jeo -stratejik ve gerekse jeo-politik konumuyla ne Avrupa ne İskandinav ne de Kuzey Amerika coğrafyasına benzer. Bu tehdit ve tehlike barındırmayan coğrafyalarda devlet yönetmek için illaki lider vasıflı bir karakter inşa etmeniz gerekmez koşular bunu gerektirmez de.
Ancak ülkemizin de kuzeyinde ve içinde yer aldığı dünyanın enerji jeo politiği ve geçiş güzergahının merkezinde yer alan Ortadoğu coğrafyası öylemi?
İşte bunun içindir ki bu coğrafyada ülke olarak ayakta kalabilmeniz kendiniz bir yaşam alanı bulabilmeniz için ülkenize veya ülkelerinize sadece devlet başkanı, başbakan veya bir devlet yöneticisi olmanız yetmez ülkelerinizi koruyacak, geleceğe taşıyacak, ülkeniz için stratejik politikalar üretecek vizyon sahibi gerçek lider profiline sahip olmanız gerekir. Yada güçlü bir devletin himayesine girerek küçük kardeş rolünü içinize sindirmeniz, parmak salladığında haddinizi aşmamanız, otur dendiğinde oturmanız, kalk dendiğinde kalkmanız gerekir.
Filistin, Lübnan, Suriye, Irak…
Bu ülkeler, gerçek liderlikten yoksun istikrarsızlaştırılmış sözde devlet formlu ancak tam da bir devlet olamamış ülkeler…
Bu ülkeler, eğer istikrarsızlıklarından yararlanılarak emperyalist hedefinize ulaşmak için arkanıza alacağınız küresel ölçekli devlet gücünüz varsa tamda dişinize göre iştahınızı arttıran, iflah olmaz serseliğiniz için kılçıksız bir mücadele parkuru. Mücadele edebileceğin kadar zayıf önüne çıkacak olanları da ekarte edebileceğin kadar bir fırsat düzlemi.
Bir yılı aşkındır Siyonist İsrail de bunu yapıyor. ABD ve Avrupa ülkelerinden kısaca batıdan aldığı güçle sözde devlet adı altında istikrarsızlaştırılmış ülkelere bir kanser hücresi misali teokratik devlet yapısı ve ‘’vaat edilmiş topraklar’’ hezeyanı ile ekolojik iştahını gerçekleştirmek adına saldırganlığı ile işgal senaryosunu uygulamaya koymuş durumda.
Gerek ABD başta Avrupa ülkelerindeki lobi veya diaspora desteği ile bölgesinde gölgesi kendinden büyük bölgesel güç haline gelen İsrail ile birlikte bölgesel gücü tartışmasız olan başka bir ülke daha var ki bölgesine yön veren potansiyeli ile güvenlik paradigmasını savunma konseptinden taarruz konseptine yükselten terörle mücadelesini sınırları dışına taşıyan devlet formuyla o ülke de Türkiye’dir.
Bu ülke son 20 yılda özellikle savunma sanayinde attığı adımlarla gerektiğinde oyun bozucu gerektiğinde oyun kurucu rolüyle öne çıkan bölgesel güçten küresel güç olmaya aday, genç nüfusuyla 86 milyonluk dev bir ülke. Coğrafyasının her bir noktasında var olan var olmaya çalışan hatta kendi perifer coğrafyasını aşarak Azerbaycan/Karabağ, Libya gibi başka coğrafyalarda başka ülkelerin kaderini değiştiren PKK/PYD oluşumuna karşı Suriye’de operasyonlara imza atıp balans ayarı yapan kendi lehine güç dengesi oluşturmaya çalışan bir ülkeden bahsediyorum.
Dününde geçmişten gelen jeopolitik ve jeostratejik potansiyelinin farkında olamayan bugün ise Ortadoğu başta Kuzey Afrika, Balkanlar ve Kafkaslar da Türkiye’siz bir denge politikası izlenemeyeceğini, masaya oturulamayacağını dosta düşmana ilan eden bir devletten bahsediyorum.
Şüphesiz İsrail gibi bir terör devleti özellikle savunma sanayi ve kara gücü yüksek olan Türkiye ile boy ölçüşemez. Ancak etrafımızdaki istikrarsızlaştırılmış sözde devletler kümesi ve Suriye’de ABD tarafından ikinci İsrail formatıyla Ortadoğu’nun kuzeyinde oluşturulmaya çalışılan PKK/PYD terör devleti eliyle İsrail’e bir koridor açma ve Türkiye’yi muhasara altına alma çevreleme stratejisi ortada iken buna bir de ülkemizin içinden geçtiği ekonomik koşullar düşünüldüğünde bu günler ayni ve nakdi gücümüzle millet olarak kendi yerli ve milli askeri güç envanterimizi geliştirerek caydırıcı olmak sırtlanlar sofrasında meze olmamak adına çok önemli hale geliyor.
2025 yılına ertelenmiş olsa da son birkaç gündür gündemi meşgul eden Savunma Sanayi Fonu Katkı payı içinde bir şeyler söylemek isterim. Özellikle limiti 100 bin ve üzeri olan kredi kartları ile Tapuda alım satım ve diğer işlemler ve noterliklerde araç alım satım işlemlerinde Savunma Sanayi Fonu katkı payı gündeme geldi. Kamuoyunda milli savunma sanayine yönelik bu fedakarlığın bu kadar infial uyandırması özellikle muhalif medyada köpürtülmesi ordunun donatılması ve güçlendirilmesi amacıyla 1921’in Ağustos ayında Mustafa Kemal Paşa’nın talimatıyla ‘’ Tekalif-i Milliye (Milli Vergi)’’ emirlerine her kesimden insanımızın koşulsuz ve gönülden destek verdiği o asil millet bugün bunu sorgular hale geliyorsa bu onun asaletine yakışmamıştır.
Bugün yüksek enflasyon koşullarında dört kişilik ailenizle oturduğunuz bir restoranda yediğiniz sıradan bir yemek için 2.500-3.000 TL’den aşağı ödenmeyeceği düşünüldüğünde Savunma Sanayi Fonu katkı payı için ödeyeceğiniz yıllık 750 TL veya sahip olacağınız milyonlar değerindeki araç ve taşınmazlar için ödeyeceğiniz katkı payı, bu coğrafyada başı dik ve bağımsız yaşamanın diyetini karşılamaya yeter mi?
Bu coğrafyada tam bağımsızlık uğruna ödenecek bu maddi bedel, 40 yılda kaybettiğimiz asker, polis, güvenlik korucusu ve masum sivil 40 bin canımızdan daha mı değerli?
Unutmayalım ki bağımsızlığında bir bedeli vardır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.