a

KÖSTEBEK VE PORTAKAL ÇİÇEĞİ

Firdevs Eylül Şimşek / Üniversite Öğrencisi / Mimarlık

Bu hikâye Mersin’in hafızasının yok oluş hikayesi…

Genç Greyfurt ve Turunç aralarında konuşuyordu. Turunç, Genç Greyfurt’a bir şeyler fısıldarken hemen yan komşusu beyaz portakal çiçeği bu hararetli konuşmaya kulak kabartıyor ne olduğunu tam olarak anlayamadığı bu sesi anlamaya çalışırken aynı zamanda artan bir merakla kabına sığmaz bir telaş yaşıyordu.

Bir ara Turunç’un; ‘’uzaktan akrabamız limon çiçeği bahçelerini uçsuz bucaksız yaşam alanlarından söküp yerlerine lüks rezidanslar yapmışlar’’ sözünü yarım yamalak duyar gibi olmuştu.

Başından kaynar sular dökülmüştü genç portakal çiçeğinin. Benzer şeyler kendileri içinde daha önceleri söylenmişti. Makus talihleri acaba kendilerine de mi aynı son hazırlayacaktı. Bir an bunu düşündü.

Yok artık dedi içinden. İnsanlar kendi yaşam alanlarını yok edecek, tarım alanlarının gittikçe kendini kuraklığın belirtilerine bıraktığı bir gelecekte buna cesaret edemez ki diye düşündü bir an.  Düşündüğü şeyi yaşama ihtimali karşısında Turunç’un söyledikleri daha da telaşlandırmıştı beyaz portakal çiçeğini.

Zira insanoğlunun ‘’ bahşedilen nimetleri ihtiyaçları oranında tüketmek yerine tıpkı metastaz yapmış bir kanser hücresi gibi büyümek için büyümek’’ ihtirasını idrak edememiş, aklına getirememişti…

Kendi kendine neden kar taneleri gibi saf ve temiz olamıyor insanoğlu dedi içinden buğulanmış gözleriyle iç çekerek. Bu zalimliğe kıyasla kar taneleri belki bizim çiçeklerimizi bir başka bahar için öldürür ancak insanlar gibi bedenimizi yok edecek kadar kimse zarar veremez diye düşündü bir an.

Portakal çiçeği bunları düşünürken komşusu anne köstebek, yavrularına kemirmek için bir şeyler bulmak gayretiyle yuvasından dışarıya çıktığında başına ileride neler geleceğinden habersiz arılara bal güzel kokusuyla insanlara cenneti yaşatan portakal çiçeğinin hiç tanık olmadığı bu hüzünlü halini görünce dayanamadı sordu: Komşum portakal çiçeği nedir bu hüzünlü bir o kadarda  karamsar halin?

Beyaz portakal çiçeği: Biz yok olursak benzer akıbeti sende yaşayacaksın dedi iç çekerek... Sen yavruların için yeni yuvalar yeni yaşam alanları bulabilecek misin dedi sessiz hıçkırıklarla.

O an anne köstebeğin gözünün önüne yetim üç küçük yavrusu geldi. Toprakla irtibatlarını kesen beton yığınlarının taş parkelerle örülmüş caddelerin yaşam alanlarını nasıl yok edeceğini düşündü bir an büyük bir korku tarifi imkânsız bir acıyla…

Nedir dedi bu insanların bizlerle birlikte kendi yaşam alanlarını yok etme hırsı. Bir an insanlar karşısındaki sahipsizliklerini düşündü beyaz portakal çiçeği ve anne köstebek.

Neden insanlar verimli topraklardan kendilerine verdiklerimize saygı duymak onu korumak yerine oralarda betondan barınaklar yaparlar diye düşündüler. Dağ yamaçlarındaki ot bitmez çorak ve kuru araziler dururken nefes alanlarını neden talan edilir diye hayıflandılar. Bu tarifi imkânsız hırs, kontrol edilemez bencillik ve konforlu yaşamak uğruna insan fıtratına bahşedilmiş yaşamları yok etme duygusuydu.

Beyaz portakal çiçeği ve anne köstebeğin yaşadığı bu duygu sağanağını bugün bende yaşıyorum. Eski Mersin’i portakal ve limon bahçelerini anlatırdı babam. Müftü deresinin kuzeye giden sağlı sollu çeperlerindeki devasa portakal bahçelerinden Osmaniye mahallesinin bir portakal bahçesi olduğundan bahsederdi. Ben o zamana yetişemedim ancak son on yılı hatırlıyorum. Müftü deresi 3.çevre yolu altı ve üstünün portakal bahçesiyken sökülerek bugün nasıl lüks rezidanslar yapıldığına şahit oldum.

Tüm bunlar ortadayken asırlardır süre gelen bu habis duygularımızla, yaşam alanlarımıza doğa anaya hürmeti bugün adeta çarmıha gererken para kazanmak hırsıyla vahşi kapitalizmin bu kirli zemininde yol yürümeye, yürüdüğümüz bu amaçsız güzergahta doğayı kıyıma devam ediyoruz.

Oysa biliyoruz ki, turunç, limon, greyfurt, beyaz portakal çiçekleri kokan ve köstebeklerin yavrularıyla oynaşarak bize sundukları yaşam alanları taş binalardan devasa gökdelenlerden daha kıymetlidir. Bu kıymetlerden yoksun metropollerde büyük kentlerde yaşamak, aslında yapay suni bir varoluştan öte nedir ki?

Portakal bahçelerini yok edişimizden önce dokunarak hissettiğimiz, ayaklarımızın altındaki betondan üretilmiş taş parkelerden toprağı, yağan yağmurdan sonra toprağın o buram buram kokusunu bugün belki az da olsa hissedebiliyoruz bu kıyımla gelecekte hissedebilecek miyiz? Yarınlarda bunları hiçbir zaman hissedememek içimizi acıtmayacak mı?

Hemen dünle bugünü mukayese ettiğimizde o günkü o portakal çiçeği kokuları yerine bugün yerlerinden sökülerek üzerine dikilen pahalı rezidansların hemen bitişiğindeki çöp konteynırlarındaki çöp kokularından başka neyi hissedebiliyoruz bunu idrak edebiliyor muyuz?

Dün yeşil giysisi içindeki beyaz dekoltesiyle bizi mest eden üzerine konan arıların uçan böceklerin sanki bir orkestra uyumundaki essiz nağmelerini dinlerken hatırladığımız anılarımızdaki portakal çiçeklerinin yerini şimdilerde üzerinde yükselttiğimiz devasa gökdelenlerimiz, ruhsuz bedenimizi hapsettiğimiz pahalı rezidanslarımız bizi dünlerimizden daha mı mutlu edecek?

Veya anılarımızın o uçsuz bucaksız portakal bahçelerinin yok edilmesiyle tarumar edilmiş yuvalarından geriye yetim yavrularıyla bir başına kalmış ‘’anne köstebeğin hıçkırıklarına kulaklarımızı kapatıp bu sessiz çığlıklarını’’ duymazdan mı geleceğiz?

Evet ben bir mimarlık öğrencisiyim. Ama Mersin’in yaşam çeperlerindeki o verimli arazilerinin yok edilmesine Mersin ile özdeş o beyaz portakal bahçelerinin limon, turunç ve greyfurt ağaçlarının yok edilmesine karşıyım.

Şimdi soruyorum. Mersin’in kuzey yönlü depreme dayanıklı kıraç ve arazisi kayalık depreme dayanıklı inşaat projelerine uygun zeminler dururken tarım arazilerinin yok etmek Mersin’i Mersin ile özdeşleşmiş değerleri yok etmek olduğunu göremiyor, idrak edemiyor musunuz?

 

 

 

 

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

NAZLI’NIN VEDASI…

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.