Son günlerde TÜSİAD’ın eski marazalarına yeniden dönme çabasında olduğunu görüyoruz.
Dernekler kanununa tabi dernek vasfıyla kendi alanları üzerinden ülkenin ekonomik sorunları üzerine yol gösterici konularla ilgili konuşmaları gerekirken siyasi konuşmalara meylettiğini adeta hükümete parmak salladığına şahitlik ediyoruz.
Elbette ki demokratik bir ülkede yaşıyorsanız, fikrinizi ifade etme eleştirme hakkına da sahipsiniz demektir.
Zira demokrasi aynı zamanda bir tahammül rejimidir. Dolayısıyla demokrasiler bir tahammül rejimi olarak çok sesliliği vurgularken bu rejimlerde çoğunluğun iradesi kadar azınlığın tercihleri de büyük önem taşır.
Demokrasinin es geçilemeyecek diğer bir boyutu da aynı zamanda bir ‘samimiyet rejimi’ olduğudur.
Ve aynı şeyleri gün gelip sizin de yaşayabileceğiniz düşüncesiyle demokrasi denilen olgu, çifte standartı, ikiyüzlülüğü kaldırmaz.
TÜSİAD denilen bu elitist burjuvazinin öne çıkan en önemli özelliği demokrasi konusundaki ikiyüzlülüğü ve samimiyetsizliğidir. Sözde demokrasi kılıfı altında geçmişe sarih on yıllar boyunca iktidarların kendi bakış açılarına göre aldığı pozisyon buna göre sergiledikleri çifte standarttır.
Zaten ortada samimiyetsizlik olmamış olsa geçmişte yapılan hukuksuzluk ve haksızlığa karşı kemikli bir duruş sergilemiş olsa hatta tüm bunlara bayrak açmış olsa belki hepimiz tüm bunları içimize sindirebilir zaten dünde böylelerdi der, dün neyse bugün de aynılar diye düşünür bu söylemleri milletçe sahiplenirdik.
Maalesef TÜSİAD’ın sicil bu konularda bozuk. Ve ortada tamda bunlardan ari bir çifte standart su katılmamış bir ikiyüzlülük var.
İsterseniz bunu birkaç örnekle destekleyelim.
Tarih 28 Şubat 1997…
Meşhur 28 Şubat kararlarının alındığı seçilmiş meşru hükümete istikamet çizildiği bir kara dönem. Demokrasinin en önemli enstrümanı olan seçimle gelen bir iktidara e muhtıralar verildiği seçilmiş başbakanın rezil rüsva edildiği bir süreç…
Peki TÜSİAD neredeydi? Askeri vesayetin karşısında değil tamda yanında…
Tarih 27 Nisan 2007…
Meşhur 27 Nisan e muhtırası…
Daha önce dört kez askeri müdahale ile karşılaşan Türk demokrasisinde yine asker vesayeti… 12 Nisan bildisinin ardından Cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 tartışması. İlk turda 367 sonraki turlarda salt çoğunluk 276 aranırken 367 vekil baskısının dayatılması.
Peki TÜSİAD neredeydi? Askeri vesayetin karşısında değil tamda yanında…
Tarih 15 Mart 2008…
AK Parti’yi kapatma davası…
Zamanın Cumhuriyet Başsavcılarının belli siyasi partiler üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan, hukuktan yoksun siyasi kararlarını, AK Parti’yi kapatma davalarına nasıl dönüştürdüklerini bu devletin bağımsız bir savcı olması gerekirken nasıl bağımlı ve taraf olduklarını hep birlikte yaşadık ve gördük.
Peki TÜSİAD neredeydi? Yine yargı vesayetinin karşısında değil yine yanında…
PKK terörü 40 yıldır 45 binin üzerinde insanımızın ocaklara ateş düşürmüştür. Bir kez duydunuz mu teröre karşı bir bildiri yayınladıklarını, teröre karşı ortak açıklama yaptıklarını…
Duymazsınız. Bunlara gelinde üç maymunu oynarlar. Bu elitist kültürü savunan kurum diyorsa ki bunlar siyasi konular. O zaman sorarlar insana, seçilmiş iktidarın uhdesinde olan bu siyasi konularla ilgili bu açıklamaları hangi cüretle yapabiliyorsunuz?
TÜSİAD’ın günahları ile ilgili daha onlarca örnek verebilmek mümkündür. TÜSİAD hiçbir zaman gerçek manada ‘’ demokrasinin yanında’’ olmamıştır. İşine geldiği ölçüde hep anti demokratik uygulamaların yanında olmuştur. İktidarın mahiyeti ve kendi dünya görüşüne yakınlığı uzaklığı bunda belirleyici olmuştur. Ülkenin ekonomik kaynaklarını belli iktidarlar döneminde sömürmüştür.
Geçen çeyrek asırlık süreçte iç ve dış saldırılara yönelik tazyike sessiz kalmaları veya zaman zaman taraf olmaları, ellerinden kayıp giden güçlerinin baskıya dayalı hale gelen fiiliyatlarının “entelektüel despotizm” adı altında demokratik teamülleri yok sayarak üstünlüklerini devam ettirme çabasının devamı olarak görmek gerekiyor.
Elitist yani seçkinci olarak bilinen bu kesim halkı küçük göregelmiştir. Onlara göre bir manavın, çobanın, işçinin oyu, kendi oylarıyla eşit değildir. “ Elitist demokrasiyi” ifade eden bu anlayışa göre manav, çoban veya işçinin ülkeyi yönetecek kabiliyet ve donanımı mevcut değildir.
Demokrasinin son kırılma noktası 2007’yi baz alırsak 18 yıl öncesine kadar bu ülkede bu zümrenin dışarıdan birileri adına askeri, politik, medyatik ve mali oligarşik yapının parçası olarak demokratik kurumlara direkt temas eden bir etki gücü vardı.
Son 20 yılda bu güçleri ekonomik kaynakları elden gitti. Zaten karın sancılarının sebebi biraz da bundan…
Ve ne yaparsanız yapın maalesef çürük tahta çivi tutmuyor.
BU NASIL MİLLİYETÇİLİK?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.